II. Abdülhamid’e Düzenlenen Yıldız Suikastı ve Belçika ile Yaşanan Diplomatik Kriz

İstanbul’da yaptıkları 1895 ve 1896 yıllarındaki eylemlerinden istedikleri sonucu alamayan Ermeniler, II. Abdülhamid’e suikast yaparak ve başka büyük eylemler gerçekleştirerek büyük devletlerin dikkatini çekmeyi, böylece Osmanlı Devleti’ni de zayıf düşürmek suretiyle hedeflerine ulaşmayı denediler. Bu çerçevede 1904 yılı Ocak ayında Sofya’da yapılan Taşnak kongresinde, İstanbul ve İzmir’de yoğun eylemlere geçilmesi konusunda karara varıldı. Buna göre, Padişaha suikast düzenlenecek, sonra da hükümet merkezi, Galata Köprüsü, Tünel, Osmanlı Bankası, yabancı büyükelçilikler ile diğer bazı özel ve resmi müesseseler havaya uçurulacaktı. Böylece müthiş bir kargaşa ve ihtilal çıkarılarak İstanbul kan ve ateş içinde bırakılacak, ardından Avrupa devletlerinin müdahalesi sağlanacaktı.

Ermeni komitacılar aldıkları karar doğrultusunda suikast hazırlıklarına başladılar. Tertipçiler arasında en önemli rolü, Samuel Fain (Kristafor Mikaelyan), kızı Robina Fain ve Lipa Rips (Konstantin Kabulyan) adlı Rus Ermenileri oynuyorlardı. Bunlar anarşist ruhlu bir şahıs olan Belçikalı Edward Jorris ile irtibat kurdular.

Servet-i Fünun No 901

Servet-i Fünun No 901

Suikastçılar, II. Abdülhamid’in hareketlerini izlemeye başladılar. Eylem için en uygun zaman olarak Padişahın Yıldız Camii’ne gittiği ve resmi bir törenin gerçekleştiği Cuma gününü kararlaştırdılar. Tespitlerine göre Padişahın namaz sonrası camiden çıkıp arabasının yanına varması ve harekete geçmesi 1 dakika 42 saniye tutmaktaydı. Bu çerçevede hazırladıkları plan gereğince, içine saatli bomba yerleştirilmiş bir araba cami dışına getirilecek ve ayarlanan saatli bomba Padişahın arabası tam oradan geçerken patlayacaktı.

Ermeni suikastçılar, planladıkları şekilde 21 Temmuz 1905 Cuma günü arabalarıyla Yıldız Camii’ne geldiler. Namaz bitince de saatli bombayı harekete geçirdiler. Fakat namaz bitiminde Şeyhülislam Cemaleddin Efendi Padişahın yanına geldi. Ayaküstü bir süre sohbet ettiler. Bu arada Padişah arabasına binmeden, önceden ayarlanmış olan saatli bomba, cami dışında müthiş bir gürültü ile patladı. Şeyhülislam tarafından tesadüfen birkaç dakika oyalanan Padişah, bu suretle suikasttan kurtuldu. Fakat patlayan bombanın içinde yer aldığı arabanın civarında bulunan çok sayıda insan hayatını kaybetti ve yaralandı.

Hadiseyi bizzat gören Saray Başkâtibi Tahsin Paşa’nın ifadesine göre, Padişah bomba patladığı sırada büyük bir cesaret örneği gösterdi (Tahsin Paşa 1990,s. 158). II. Abdülhamid çıkan paniği yatıştırmak için gür sesle “Korkmayınız, korkmayınız” diye bağırdı. Onun bu telaşsız halini görenler, askerler, subaylar hemen yerlerini aldılar. Padişah “Telaş edilmesin. İzdihamdan kimse incinmesin” diyerek arabasına bindi. Dizginleri eline aldı. Arabayı her zamankinden daha ağır kullanarak yokuştan çıkmaya başladı. Bu sırada Avusturya büyükelçisi “Vive le Sultan – Yaşasın Sultan” diye bağırıyordu (Osmanoğlu 1986, s. 59).

Ermenilerin Sultan Abdülhamid’e düzenlediği bu suikast ertesi günkü gazetelerde yayınlanan resmi bir tebliğ ile duyuruldu (Tercüman-ı Hakikat, 19 Cemaziyelevvel 1323).   Bu arada gerek ülke içinden gerekse ülke dışından büyük tepkiler geldi. Çok sayıda Osmanlı vatandaşı padişaha yapılan saldırıyı şiddetle kınadı. Dönemin bütün hükümdarları ve devlet başkanları, saraya “geçmiş olsun” telgrafları gönderip olayı lanetlediklerini belirttiler. Suikastla ilgili ilk rapor Beşiktaş Zabıtası Komutanlığı tarafından hazırlandı. Buna göre olayda dördü gazeteci ve üçü asker olmak üzere 26 kişinin hayatını kaybettiği, 56 kişinin ise hafif veya ağır şekilde yaralandığı belirlendi. Ayrıca 20 kadar hayvan ölmüş, birçok araba enkaz haline gelmişti. Suikast teşebbüsünde “Machine Enfernal”, yani “cehennemi makine” adı verilen ve 80 kilo patlayıcı madde ihtiva eden bir bomba kullanılmıştı. Patlamanın olduğu yerde 70 cm. derinliğinde bir çukur açılmıştı.

Asıl soruşturma Necip Melhame Paşa başkanlığında derhal oluşturulan bir komisyon tarafından yürütüldü. Araştırmalar devam ederken, Yıldız yokuşunda bulunan bir lastik parçası önemli bir ipucu teşkil etti. İstanbul’da lastik tekerlekli araba pek kullanılmıyordu. Parçalanan arabanın enkazı arasında 11123 numarası ve Neseldorfer yazısı tespit edilince, bunun Viyana’da bir fabrikada inşa edildiği anlaşıldı. Ardından bir biri peşisıra bulunan delillerle suikastın cereyan şekli ortaya çıkarıldı. Bu arada elebaşılardan Edward Jorris ve bazı sanıklar yakalanmış, yine elebaşı sayılabilecek bazıları ise yurt dışına kaçmayı başarmışlardı. Olayın aydınlatılmasında Edward Jorris’in ifadeleri hayli işe yaradı.

Araştırmaların sonucuna göre suikastın gelişimi şöyle olmuştu: Ermeni ihtilal komiteleri Sofya’da aldıkları suikast kararından sonra faaliyete geçtiler. Komitacılardan Kendiryan, Singer fabrikası memurlarından Belçikalı anarşist Edward Jorris ile temas kurdu. Jorris’in Ermeni iddiaları hakkında fikri yoktu. Fakat her ikisi de anarşist ruhlu olduklarından kolay anlaştılar. Osmanlı padişahına düzenlenecek suikast hakkında mutabakata vardılar. Kendiryan Jorris’e diğer komite mensupları Samuel Fain, kızı Robine Fain ve Lipa Rips’i tanıştırdı. Bunlar İstanbul’da kiraladıkları bir evde sabahlara kadar süren konuşmalarla suikast planını tartıştılar.

Suikast şekline karar verilince önce arabanın tedarikine girişildi. 1905 Nisanında Mari Zayn isimli bir kadın, Viyana’da bir araba fabrikasının mağazasına gelerek resmini gösterdiği tarzda bir fayton seçti. Daha sonra Silviyo Ricci (Köse Aristidi) adlı şahıs bu arabayı sipariş verdi. İstanbul’a gönderilen araba, Mateo ve Mihal adlı kişilerin yardımıyla gümrükten çıkarılarak Silviyo Ricci’nin önceden seçmiş olduğu Şişli’de bir ahıra kondu. Burada Mıgırdıç ve Yervant isimli şahıslar araba ve atlarla meşgul olmaya başladılar.

Diğer taraftan, Beyoğlu’nda bir evde ikamet etmekte olan Lipa Rips, Vafyadis adlı arabacıdan bir araba kiraladı. Bu araba ile Mıgırdıç 10 gün müddetle İstanbul sokaklarında gezerek yolları öğrendi. Bunlar Rus konsolosluğundan temin ettikleri sahte izinle Yıldız Camii’ndeki Cuma selamlıklarına defalarca gidip, yabancılara ayrılan yerden Padişaha ne şekilde suikast yapılabileceğini hesapladılar. Sonuçta araba içine yerleştirilmiş bir saatli bombanın Padişahın arabasının yanında patlatılması ile suikastı gerçekleştirmeye karar verdiler.   Böylece II. Abdülhamid’in hareketleri dikkatle takip edildi. Padişahın Cuma namazından çıktıktan sonra ne kadar süre içinde arabasına bindiği tespit edildi.

Bundan sonra suikastta kullanılacak bomba Paris’te satın alındı. Bomba birçok ayrı paket halinde parça parça olarak Atina ve Varna yoluyla İstanbul’a getirtildi ve Silviyo Ricci tarafından teslim alındı. Jorris’in ifadesine göre, gerek arabanın satın alınması, gerekse suikaste yönelik harcamaların toplamı 300 bin frangı bulmuştu. Bu paralar, çoğunlukla Amerika, Rusya ve Bulgaristan’daki Ermeniler tarafından gönderilmişti.

Suikastın gerçekleştirileceği 21 Temmuz 1905 günü, titreşimi önlemesi için tekerlerine lastik takılmış, içinde 80 kiloluk bomba olduğu halde araba Yıldız Camii’ne getirildi. Arabada Lipa Rips ve Matmazel Robbina bulunmaktaydı. Hey şey önceden planlandığı gibi yapıldı. Arabadaki saatli bomba Padişahın camiden çıkıp kendi arabasının yanına geleceği zamana göre ayarlandı. Fakat II. Abdülhamid o gün her zamankinden farklı olarak namaz çıkışı biraz oyalandı. İşte o anda önceden kurulmuş olan saatli bomba dışarıda büyük bir gürültü ile patladı (Soruşturma tutanakları için, Attantat 1905). Böylece suikast başarısız oldu. Ermeni anarşistlerin bütün planları boşa gitti.

Suikastın tertipçileri arasında yer alan Belçikalı Edward Jorris soruşturma bittikten sonra mahkeme huzuruna çıkarıldı. Suçunu itiraf ettiğinden idam cezasına çarptırılacağı muhakkaktı. Mahkeme kararından bir gün önce, 17 Aralık 1905 günü, hiç hesapta olmayan bir gelişme meydana geldi. Belçika’nın İstanbul Büyükelçisi, Osmanlı hükümetine başvurarak, 3 Ağustos 1838 tarihli anlaşmaya istinaden sanığın iadesini isteyeceğini bildirdi. Büyükelçiye göre, tevkiften bu yana kendi hükümeti her türlü kolaylığı göstermiş, olay da bütünüyle aydınlanmış olduğu için, sanığın artık Osmanlı ülkesinde tutulmasının faydası yoktu. Jorris mahkûm edilirse, cezasını çekmek üzere Belçika’ya iade edilmeliydi (yazışmaların bütünü için BOA, İ.Hus, no.48, 22 Z 1323, lef.1 ve devamı).

Ertesi gün Edward Jorris mahkemece idama mahkûm edildi. Büyükelçi de 19 Ağustos tarihinde Osmanlı hükümetine yeniden başvurarak, daha önceki talebi doğrultusunda cezasını Belçika’da çekmek üzere Jorris’in kendisine teslimini istedi. Osmanlı hükümeti, 3 Ağustos 1838 tarihli anlaşmanın Belçika’ya böyle bir hak tanımadığını beyan ederek isteği reddetti. Hükümet ret gerekçesini şöyle açıklıyordu:

“3 Ağustos 1838 tarihli anlaşmada, Belçika hükümetine diğer yabancı ülkelerden daha geniş hukuki imtiyazlar tanınması için hiçbir özel sebep olmadığı gibi, Bâbıâli’nin böyle bir muafiyeti tanımaya niyeti de yoktur. O dönemde diğer yabancılara tanınmış haklar Belçika uyruklulara da verilmişti. Bu sebeple Belçika’nın, cinayet davalarında kendi vatandaşları için özel bir ayrıcalığa sahip olması mümkün değildir. Esas itibariyle bu gibi durumlarda yapılacak uygulamalar 1673 ve 1740 tarihlerinde Osmanlı Devleti’nin İngiltere ve Fransa ile imzaladığı anlaşmalarda açıklıkla belirtilmiştir. Buna göre, yabancılarla Osmanlı vatandaşlarının beraber karıştığı cürüm ve cinayetlere dair olan davalarda, konsolos memuru hazır bulunabilir. Fakat hüküm ve karar verilmesinde Osmanlı adliyesi tam yetki sahibidir. Gayet açık olan bu maddeleri ayrıca izaha gerek yoktur. Belçika ile 1838 anlaşması, İngiliz ve Fransızlara tanınan haklar bağlamında yapılmıştır. 65 senedir uygulama da devam etmektedir. Belçika hükümeti bu konuları iyice araştırmalıdır. Ayrıca, gerek Osmanlı ülkesinde, gerekse yabancı memleketlerde büyük nefret uyandıran bir suikast hakkında ve ülkenin huzuruyla asayişini çok yakından ilgilendiren böyle bir konuda Belçika hükümetinin almış olduğu tavra teessüf olunur.”

Belçika hükümetinin bakış açısı ise şöyle idi:

“Kapitülasyonlarla bahşedilen haklar daha sonra tatbikatta daha geniş şekilde icra edilmiştir. Mesela 1830’da Amerika ve 1838’de Belçika ile yapılan anlaşmalar, kati olarak kabul edilmiş bir teamül oluşturmuştur. Anlaşmanın imzalandığı sırada, delegelerimiz tarafından Belçika hükümetine bildirildiğine göre, kendi vatandaşlarımızı muhakeme etme ve cezalandırma hakkını bize bahşeden Fransızca metne hiçbir Osmanlı delegesi itiraz etmiş değildir. Biz de bu hükme dayanarak kendi kanunlarımızda değişiklik yaptık. 31 Aralık 1851 tarihli özel bir kanun ile Osmanlı ülkesinde bir cinayet veya cürüm işleyen Belçika uyrukluların muhakeme edilme usullerini tanzim ettik. Söz konusu kanun halen yürürlüktedir. O tarihten beri bu kanunun hükümleri tatbik edilmemişse ve bize bahşedilen hakların tatbikini hiçbir zaman talep etmemişsek, sebebi, bu hakkın talebini gerektirecek ciddi bir olayın meydana gelmemesidir. Bu arada bazı önemsiz suçlarda Osmanlı mahkemelerinin yetkisini kabul etmişsek de, bu durum 1838 anlaşmasının tarafımıza sağladığı haklardan vazgeçtiğimiz anlamına gelmez. Belçika vatandaşı, bir kişinin Padişaha karşı saldırısına her ne kadar üzüldü isek de, padişahın suikasttan zarar görmemiş olmasından son derece memnunuz. Şurasını da ifade edelim ki, talebimiz muhakeme etme hakkı değil, Jorris’in tarafımıza teslimidir. Jorris’in teslimini, müstahak olduğu bir cezadan kurtarmak maksadıyla istemiyoruz. Belçika hükümeti işin mahiyetine bakmayarak, daima yürürlükte kalmış bir anlaşma ile kendisine bahşedilmiş haklardan vazgeçmek istememektedir.”

Taraflar arasındaki diplomatik kriz ve hukuk savaşı, böylece sürerken bir başka gelişme yaşandı. Belçika’da yayınlanmakta olan Conservateur de l’Eparne Gazetesinin, 14 Ocak 1906 tarihli nüshasında ülkenin meşhur hukukçularından Paul Wauwermans’ın konu ile ilgili yorumu neşredildi. Belçika hükümetinin haksızlığını ortaya koyan yazısında Wauwermans şu hususları ifade etmişti:

“Jorris olayında tartışma konusu olan 3 Ağustos 1838 tarihli anlaşmanın 8. maddesidir. İlk bakışta bu maddede yazılı ‘Suçlular sefir, maslahatgüzar, konsolos veyahut konsolos vekili tarafından muhakeme edilecek ve Frenkler hakkında cari olan usule uygun olarak cezalandırılacaklardır’ ibaresi, Belçika’nın iddiasında haklılık payı olduğu intibaını uyandırmaktadır. Fakat bu değerlendirme, 31 Aralık 1851 tarihli konsoloslar nizamnamemizin 32. maddesindeki ‘Hıristiyan olmayan ülkelerde Belçikalılar tarafından işlenen cinayetler Braban Cinayet Mahkememiz tarafından tanınacaktır’ şeklindeki hükme ters düşmektedir. İşin doğrusu, 1838 anlaşmasının ancak o dönemde geçerli adetler ve hukuki kurallar çerçevesinde dikkate alınabileceğidir. Aslında mesele, sahip olduğumuz kapitülasyonlarla elde ettiğimiz hakları insanlarımız lehine kullanmaktan ibarettir. Bu kapitülasyonlarda sözü edilen ‘Frenkler hakkında cari adetler mucebince muhakeme edilecekler ve cezalandırılacaklardır’ tabirleri sadece Fransızları kapsamaz. Bu tabir, Belçikalılar da Fransızlar gibi muamele görecekler anlamına gelir. Dolayısıyla kapitülasyonların uygulanış şekline bakacak olursak, 1740 tarihli kapitülasyonun 15. maddesinde ‘Fransızlar tarafından diğer Fransızlara karşı bir suça tevessül olunduğunda kendi mahkemelerinde yargılanmaları tabiidir’ denilmektedir. Şu halde yabancılarla Osmanlı vatandaşı kişiler arasında meydana gelen olaylarda Osmanlı mahkemeleri yetkili olmaktadır. Nitekim bu hususa dair birçok örnek de yaşanmıştır.

Ayrıca Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1829 yılında yapılan Edirne Anlaşması’nda da benzer bir nokta karşımıza çıkmaktadır. Burada, Rus uyruklu kişiler arasındaki davalarda Rus konsoloslarına muhakeme yetkisi verilmiştir. Ama hadisenin içinde herhangi bir Osmanlı vatandaşı bulunduğunda, Osmanlı mahkemelerinin yetkisi titizlikle korunmuştur. Şu halde gösterdiğimiz gerekçelerden de anlaşılacağı üzere, Belçika, Osmanlı Devleti’ne karşı olan talebinde haksız bir mevkide bulunmaktadır. Belçika hükümetinin yapabileceği şey, şimdiye kadar talep vuku bulmamış bir husus için Osmanlılardan izin almak olabilirdi. Bunun yanında adaleti tam anlamıyla yerine getireceği konusunda da teminat verebilmeliydi. Hâlbuki bir kısım basınımızda çıkan yazıların ve tertiplenen mitinglerin etkisi altındaki Belçika hükümetinin, Jorris meselesinde adil olabileceği izlenimini edinmek mümkün değildir.”

Görüldüğü üzere Belçika kendi hukukçuları tarafından dahi haksız bulunmaktadır. Nitekim Osmanlı Devleti 1 Şubat 1906 tarihinde Belçika’ya verdiği şu cevapla kesin tavrını ortaya koymuştur:

“1838 anlaşmasının Belçika’ya ait tasdiknamesinin Fransızca metninden kaynaklanan bir delile dayanan Belçika hükümeti, kendi vatandaşlarına Osmanlı hükümetince bazı fevkalade imtiyazlar bahşedilmiş gibi aslı olmayan bir tavır takınmaktadır. Hâlbuki Osmanlı hükümeti, kendisini sadece kendi taahhütlerinden sorumlu tutmaktadır. Dolayısı ile yabancı bir devletin, aslına uygun olmayan tercüme bir anlaşma metnine dayalı iddiaları kabul edilemez.

Belçika’nın elinde olan ve padişah tarafından onaylanmamış metin ile Türkçe metin arasında farklılık varsa, geçerli kabul edilecek nüsha Türkçe olanıdır. Türkçe nüshada ise ceza davaları söz konusu olduğunda Belçika’ya hiçbir şekilde yargılama hakkı tanınmamaktadır. Yalnızca diğer Frenklerde olduğu gibi, Belçikalılara da bir konsolos memuru bulundurma hakkı verilmiştir. İşin aslı şudur ki çok eskiden beri karma işlenen suçlarda yabancılar Osmanlı mahkemelerinin yargılama yetkisine tabi olmuşlardır. Dolayısı ile Belçika hükümetinin diğer milletlere uygulanan muamelelerden daha fazla bir talepte bulunması mümkün değildir.”

Bu gerekçeler öne sürüldükten sonra suç işlediği için Osmanlı mahkemelerinde cezalandırılıp, yine bu cezalarını Osmanlı cezaevlerinde tamamlayan Fransız, Rus, İngiliz, İtalyan ve Avusturya uyruklu yabancıların bir listesi de Belçika’ya sunuldu. Aslında bütün bu görüşmeler sürerken Jorris’in idam edilmeyeceği biliniyordu. Çünkü idam cezasından hoşlanmayan II. Abdülhamid, Belçikalı anarşistin cezasını da müebbet hapse çevirmişti. Sonraki gelişmeler çerçevesinde Edward Jorris Belçika’ya iade edilmedi, ama pasaportu verilerek Avrupa’ya gönderildi.

Kaynakça

BOA, İ.Hus, no.48, 22 Z 1323, lef.1 ve devamı.

Enquete sur l’Attantat Commis dans la Journee du 21 Juillet a l’Issue de la Ceremonie du Selamlık, Constantinople 1905.

Osmanoğlu, Ayşe (1986), Babam Sultan Abdülhamid, İstanbul.

Tahsin Paşa (1990), Sultan Abdülhamid Yıldız Hatıraları, İstanbul.

Tercüman-ı Hakikat, 19 Cemaziyelevvel 1323.[:en]

BOA, İ.Hus, no.48, 22 Z 1323, lef.1 ve devamı.

Enquete sur l’Attantat Commis dans la Journee du 21 Juillet a l’Issue de la Ceremonie du Selamlık, Constantinople 1905.

Osmanoğlu, Ayşe (1986), Babam Sultan Abdülhamid, İstanbul.

Tahsin Paşa (1990), Sultan Abdülhamid Yıldız Hatıraları, İstanbul.

Tercüman-ı Hakikat, 19 Cemaziyelevvel 1323.

© 2024 - Marmara Üniversitesi