Osmanlı coğrafyasındaki Amerikan misyoner faaliyetleri, 1810 yılında Massachusett-Boston’da kurulan “American Board of Commissioners for Foreign Missions” adlı Protestan misyoner teşkilatına mensup iki misyonerin 5 Ocak 1820’de İzmir’e ayak basmalarıyla başlamıştır (Lybyer ,1924, s. 802; Barton, 1906, s. 747-748).
Öncelikli hedefleri Müslümanları ve Musevileri Protestanlaştırmak olan Amerikalı misyonerler, bu topluluklar üzerinde etkili olamayınca, Osmanlı tebaası olan diğer Hıristiyanlara, özellikle de Ermenilere yöneldiler. Protestanlaştırmada eğitim çalışmalarına ve okullaşmaya önem verdiler. Anadolu’daki Amerikan misyoner faaliyetlerinin omurgasını oluşturan eğitim çalışmaları, ilk okulun 1824’te Beyrut’ta açılmasıyla başladı. Böylece Osmanlı coğrafyasını bir ağ gibi örecek olan misyoner okul sisteminin temeli atılmış oldu. Anadolu’daki çalışmaların bütün yoğunluğu 1840’lı yıllarda Ermenilere kaydırıldı, hatta misyonun resmi adı “Ermeni Misyonu”na dönüştü. Buna bağlı olarak süreç içerisinde açılan okulların nitelikleri de değişti. Asıl amacı din eğitimi vermek ve dinî kurumlarda çalışacak görevliler yetiştirmek olan ilahiyat okullarının yanında, öğretmen okulları, anaokulları, endüstri-meslek okulları, körler ve sağırlar için özel eğitim okulları, hemşirelik okulları, sağlık okulları, ticaret okulları ve mühendislik okulları açmışlardır. 1860’lı yıllardan itibaren de yüksekokul veya kolej tipi okullar açıldı. 1913-1914 yıllarına gelindiğinde, Amerikalı misyonerlerin Osmanlı coğrafyasındaki eğitim sistemi rakamsal olarak devasa boyutlara ulaşmıştır. Buna göre, 473 ilkokulda kayıtlı 23,679 öğrenci, 54 orta dereceli okulda kayıtlı 5190 öğrenci, 11 kolejde kayıtlı 2621 öğrenci, 4 ilahiyat okulunda kayıtlı 24 öğrenci ve 738 hazırlık öğrencisiyle birlikte toplam 32,252 öğrenci bulunmaktaydı (Kocabaşoğlu, 2000, s. 48, 55, 58; Orvis, 1915, s. 37-38, 61).
Misyonerlerin okullaşmadan sonraki en önemli çalışma alanları, eğitimin desteklenmesine yönelik basım-yayın faaliyetleridir. Misyonerler, her türlü dinsel yayını basmak ve eğitim faaliyetlerinin basılı materyal ihtiyacını sağlamak amacıyla 1822’de Malta’da, daha sonra da İzmir, Beyrut, İstanbul ve Antep’te matbaalar kurdular. Bu matbaalarda Ermenice ya da Ermeni harfli Türkçe olmak üzere dinî içerikli veya başka alanlarda sayısız kitap, risale, broşür ve süreli yayın bastılar. 1850’lerin ortalarına kadar basılan ve büyük bölümü Ermeni dilinde olan kitap ve risalelerin sayfa sayısı 121.780.000’e ulaşmıştı. 1833’ten 1910’a kadar basılan sayfa adedi yıllık 20 ile 50 milyon arasında değişmiştir. Basım-yayın faaliyetleriyle beraber Amerikalı misyonerlerin Osmanlı coğrafyasındaki çalışmalarının başlangıcından Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışına uzanan 96 yıllık süreçteki toplam yatırım miktarı ise 20 milyon dolara ulaşmıştır (Kocabaşoğlu, 1988, s. 269, 271, 273, 277-283; Kocabaşoğlu, 2000, s. 38, 65-67, 111-114; Dwight, 1856, s. 318-319; Dutton, 1910/1911, s. 356; Arpee, 1936, s. 153).
Misyonerlerin Osmanlı Ermenileri üzerinde birçok açıdan tesirleri görülmüştür. Ermeni kökenli tarihçi Suzanne Elizabeth Moranian’a göre Amerikalı misyonerlerin eğitimleri neticesinde Ermeniler asırlardır sürdürdükleri Osmanlı yaşam tarzından uzaklaşarak, Protestan yaşam tarzına girmişlerdir (Moranian, 1994, s. 73-74, 84). Misyoner faaliyetleri, Osmanlı toplum düzeni ve toprak bütünlüğüne büyük zarar vermiştir. Eğitimin “özgür toplum”un temelini attığını belirten misyonerler, eğittikleri Bulgar öğrencilerin, Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmasında öncülük etmelerinden gurur duyarken, aynı sonucun Ermenistan için de gerçekleşebileceğini aşıladılar. Verdikleri mesajlar ve ortaya koydukları eylemlerle çatışma ortamının sürdürülmesine destek oldular. Aydınlanmanın havariliğine soyunan misyonerler, Ermenileri özgürlüklerini engelleyen her türlü idareye (Gregoryen Kilisesi de dahil) karşı çıkmaya yönlendirdiler (Moranian, 1994, s. 79-80).
Amerikan Board misyoneri olan Edwin Munsell Bliss, misyonerlerin Osmanlı toplumu içinde devrimci hisleri uyandırmadıklarını ve devrimci hareketlere karşı olduklarını belirterek kendilerini aklamaya çalışmıştır. Buna karşın, verdikleri tedrisat ile entelektüel gelişimin canlanmasına neden olduklarını, bunun da insanları baskılar karşısında başkaldırmaya yönelttiğini belirtmiş ve -Osmanlı toplumuna yönelik- parçalayıcı bir etkide bulunduklarını kabul etmiştir (Bliss, 1896, s. 321; Moranian, 1994, s. 81). Ermeni milliyetçiliğinin itici gücü Rusya Ermenilerinden ve Avrupa’da eğitim görmüş Anadolu Ermenilerinden kaynaklanmakla birlikte, misyoner okullarında yapılan yerel dil ve tarih çalışmaları, Ermeni milliyetçiliğini beslemiş ve geniş kitlelerce benimsenmesini sağlamıştır (Moranian, 1994, s. 82, 84-85).
Protestan misyonerlerin en kıdemlilerinden olan Dwight, 1820’li yıllarda, kadim Ermenicenin Ermeni toplumunun geniş bir bölümü tarafından anlaşılmaz bulunduğunu ve bir kısım Ermeni’nin kendi anadillerini kaybederek sadece Türkçe konuşur durumda olduklarını belirtmiştir. Dolayısıyla Dwight, sayısız kitap ve çevirinin yanında en önemli çalışmaları olarak, İncil’in “modern Ermenice”nin basit, saf ve olgun şekliyle ve tek cilt halinde yayınlanmış olmasını göstermiş ve Ermeni ulusunun, bu modern Ermenicenin kendileri için ne kadar değerli olduğunu 50 yıl sonra şimdikinden daha fazla takdir edeceklerini -ki bu takdir duygusu Amerikalı misyonerlerin Ermeni milli uyanışına sağladıkları katkıya yöneliktir- vurgulamıştır (Dwight, 1850, s. 9; Dwight, 1856, s. 318). Gerçekten de Amerikalı misyonerler, yaptıkları bütün dinî ve dinî olmayan yayınlarda klasik Ermenicenin yerine modern Ermeniceyi tercih etmişlerdir. Bununla birlikte, sadece Türkçe konuşan Ermeniler arasında Ermeni anadilinin kullanılmasına önem vererek, Osmanlı tebaası Ermenileri aynı lisan temelinde birleştirmişlerdir. Bu ise, XIX. yüzyılda dağılma sürecine giren imparatorluğu kurtarmak için geliştirilen ve Osmanlı halklarını ortak bir zeminde birleştirme arayışını ifade eden Osmanlıcılık düşüncesini baltalamıştır (Moranian, 1994, s. 71, 86).
Misyonerler Osmanlı coğrafyasındaki faaliyetlerinin odağına Ermenileri yerleştirerek, onların düşünce ve davranış açısından Türklerden farklı olduklarının altını çizmişlerdir. Böylece Ermeni uyanışını, sosyal hareketliliğini ve milliyetçiliğini geliştirmiş ve ilerletmişlerdir. Türklerle Ermeniler arasındaki gerilimi daha da artırmışlardır. Osmanlı Ermenileri, misyoner okullarından aldıkları eğitim sonucunda, kendi dillerine ve tarihî geçmişlerine yeni bir anlam yüklemeye başlamışlar, kaderlerine karşı daha fazla hoşnutsuzluk duymuşlar ve keskin bir şekilde Müslüman komşularından daha üstün oldukları anlayışını edinmişlerdir (Moranian, 1994, s. 86-87; Earle, 1929, s 403-404).
Misyonerler, Amerikan politika belirleyicileriyle yakın ilişkiler kurarak, Amerikan’ın Ermeni politikasını şekillendirmeye çalışmışlardır. Misyonerler, Osmanlı coğrafyasındaki faaliyet alanlarının nitelik ve nicelik yönünden büyümesiyle birlikte, çıkarlarının korunması için Amerikan hükümetine daha fazla müracaat etmeye ve baskıda bulunmaya başlamışlardır. Diplomatik korumanın sağlanması ve çıkarlarının daha etkin bir şekilde takip edilebilmesi için Osmanlı İmparatorluğu’nda görev yapan Amerikan hükümet personelinin seçilmesinde belirleyici bir rol oynamışlardır (Reed, 1972, s. 234). Nitekim Rusya ve Çin’in yanında Türkiye ile de ticari ilişkileri olan, uzun süre Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunduğu için Amerikan misyoner faaliyetlerini yakından takip etme fırsatı bulan Williams, Osmanlı coğrafyasında kurulan bir kısım Amerikan Konsolosluğu’nun, en başta Ermeniler olmak üzere Osmanlı tebaasını, yasal hükümete karşı isyan çıkarmaya teşvik etmekten ve bu isyanlarda onları korumaktan başka bir amaç taşımadığını itiraf etmiştir. Williams’a göre bu konsolosluklar, hiçbir ticari amacın gözetilmeyeceği ve hiçbir Amerikan çıkarının teşvik edilmeyeceği yerlerde açılmıştır. Konsolosluklar, yararlı veya meşru bir ulusal amacın dışında, misyonerler tarafından idare edilmekte ve misyoner çıkarları doğrultusunda faaliyet göstermekteydiler (Weightman, 1906, s. 890-891).
Bu şekilde, Amerikan diplomatik görevlileri ile doğrudan ilişki içinde olan Amerikalı misyonerler, 1894-96 yılları arasında yoğunlaşan Ermeni olaylarına özel bir önem vermişlerdir. Ermeni toplumunu isyana teşvik eden Ermeni devrimcilerinden hazzetmediklerini ileri sürmelerine karşın, Ermeni emellerini paylaşıp devrimci hareketi destekleyerek ikiyüzlü bir tutum sergilemişlerdir. Amerikan Board, yıkılıp parçalanması muhtemel görülen Osmanlı İmparatorluğu üzerinde müdahil olması için, Amerikan Dışişleri Bakanlığı nezdinde diplomatik ve askerî önlemler alınması için baskı kurmuştur. Board, Ermeni Meselesi konusunda Amerikan kamuoyunu bilgilendirmek için elindeki tüm imkânları kullanmış, misyonerlerden gelen mektupları yayınlamaları için gazete temsilcilerine baskıda bulunmuştur. Bu misyoner teşkilatı, New York, Boston ve başka şehirlerde geniş katılımlı mitinglerin yapılmasına önayak olmuş, önde gelen kamu görevlilerini mitinglere katılmaya çağırmış ve birçok dinî topluluk da bu “Haçlı Seferi”ne iştirak etmiştir (Reed, 1972, s. 233-235).
Misyonerler, Amerikan kamuoyunu ve dış politika belirleyicilerini etkilemek için “Ermeni Meselesi”ni ve “Doğu Sorunu”nu konu alan kitap ve makaleler yazmışlardır. Bunlardan en dikkate değer olanı, 1894 olaylarını bir misyoner olarak ve dolayısıyla Ermenilere duyduğu sempatinin yönlendirmesiyle kurgulamış olan Frederick Davis Greene’nin kitabıdır. Greene, okuyucuları üzerindeki etkiyi ve yönlendirme gücünü artırmak için İngiliz tarihçi Edward Augustus Freeman’ın The Turks in Europe adlı kitabından geniş alıntı yapmış ve “Ermeni Sorunu”nun çözümüne ilişkin bir öneride bulunmuştur:
Türkler bir yabancı ve barbar olarak geldiler, Avrupa toprağında kamp kurdular. 500 yılın sonunda da (değişmeden) yabancı ve barbar olarak kaldılar (…) Tüm zamanlar boyunca Türklerin idaresi, kendi topraklarında köleleştirilen ulusların üzerindeki bir yabancının idaresi olageldi. Bu, zulmün, imansızlığın ve acımasız bir tutkunun idaresiydi. Yönetim değil, organize olmuş bir haydutluktu. (Artık) bu idare iyileştirilemez (…) Bir musibet ıslah edilemeyeceği için geriye ondan kurtulmak dışında bir çare kalmamıştır. Adaletin, mantığın ve insanlığın talebi Avrupa’daki Türk hâkimiyetinden kurtulmaktır. Artık bu idareden kurtulmanın vakti gelmiştir.
Greene, 17 yıl önce yazılan bu ifadelere atıfta bulunduktan sonra “Artık Ermenistan’daki aynı idareye son vermenin zamanı gelmemiş midir?” (Greene, 1895, s. 117, 119-120) sorusunu yöneltmiştir.
Misyoner örgütlerinin, Amerika’da, Ermeniler lehine yaptıkları yayın, miting ve maddi yardım faaliyetleri ile Amerikan hükümetini olaylara müdahale etmesine yönelik çağrıları 1894’teki Sasun İsyanı sonrasında doruğa ulaşmıştır (Curti, 1988, s. 119-130). Nitekim Amerikan hükümeti misyoner kökenli vatandaşlarını korumak bahanesiyle “San Francisco” ve “Marblehead” adlı iki kruvazörü 5 Nisan 1895’de Türk sularına göndermiştir (The New York Times, April 6, 1895). Bu destek, misyonerler tarafından yeterli görülmemiş olacak ki, Robert Koleji’nin kurucusu Cyrus Hamlin, Ohio senatörüne açık bir mektup yazarak Amerikan yönetimine, hem Ermenileri hem de misyoner çıkarlarını koruması çağrısında bulunmuştur. Mektubunda Sultan Abdülhamid’i hedef alan Hamlin, Türk sularına -daha önce yapıldığı gibi- savaş gemisi gönderilmesini tavsiye etmiş, bunun “bir savaş açma eylemi” olmayacağını vurgulamıştır. Bu tavsiyenin Amerikan hükümeti tarafından uygulanabilmesini sağlamak amacıyla önyargı içeren şu ifadelere yer vermiştir:
Osmanlı Sultanı Abdülhamid, dinlerinden dönmeyen bütün Ermenilere karşı kökleşmiş bir nefret duygusuyla tahta çıkmıştır (…) Bir kısım devletler ve özellikle de bizim devletimiz, iki yıldır Osmanlı Sultanı’nın istediğini özgürce yapabilmesine izin vermiştir. Sultan’ın isteği ise, Müslümanlığı kabul etmeyecek olan bütün Ermenileri yok etmek, Amerikan misyonerlerini sınır dışına çıkarmak ve misyoner mallarını tahrip etmektir.
(Hamlin, 1896, s. 279-281)
Misyonerlerin Ermeni Meselesi’ne yönelik etkisinin başka bir yönü de, Ermeni devrimcilerin Büyük Güçlerin müdahalesini sağlamak için misyonerlere saldırmalarıdır (Grabill, 1964, s. 14-15). Ermeni devrimciler, bağımsız bir Ermenistan’ın, Yunanistan ve Bulgaristan örneğinde olduğu gibi ancak büyük devletlerin müdahalesiyle kurulabileceğini öngörerek Amerika’yı, Ermeni davasının yararına politik veya askerî bir müdahalede bulunmaya yöneltmenin arayışına girmişlerdir. Bu bağlamda, Sykes-Picot Antlaşması’nın mimarı olan Mark Sykes, 1895 Zeytun İsyanı sonrasında bölgeye yaptığı ziyarette, Ermeni devrimcilerinin Amerikalı misyonerleri hedef aldıklarına şu şekilde dikkat çekmiştir:
Dışarıdan gelen (Ermeni) devrimciler, (büyük) devletleri kendilerine yardım etmeye yönlendirmek için bir katliamı kışkırtmaya her an hazırdırlar. Bu alçakların, Amerika’nın, Türkleri suçlu bulup (Osmanlı İmparatorluğu’na) savaş açmasını umarak Amerikan misyonerlerini öldürmeyi gerçekten planladıklarına inanmak için sağlam delillere sahibim.
(Sykes, 1988, s. 71, 78)
1894-1896 isyanları ile birlikte, sayıları oldukça artan ve Türklerin kötülenip, Ermenilerin yüceltilmesine odaklanan misyoner kaynaklı mektup, makale ve kitaplar, “Konuşulmaz Türk” ve “Korkunç Türk” imajının hem Amerika, hem de Avrupa’da yaygınlaşmasında etkili olmuşlardır (Hurewitz, 1953, s. 167-168; DeNovo, 1963, s. 104). Bununla birlikte 1915 tarihli Sevk ve İskân uygulaması, Amerikalı misyonerlerin Osmanlı coğrafyasında en çok yatırım yaptıkları Ermenilere yönelik yeni yardım kampanyalarının fitilini ateşlemiş, bu yardımlara geniş bir katılımın sağlanması için de Amerikan yazılı basını kullanılarak kamuoyu galeyana getirilmeye ve Türk düşmanlığı perçinlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda örnek verebileceğimiz Washington Post gazetesinde, 1915-1916 yılları arasında çıkan ve Sevk ve İskân Kanunu ile Ermeni ölümlerine odaklanan makale ve haberlerin kaynağının, büyük oranda görgü şahitlerinden, sıklıkla da Ermeni mültecilerinden oluştuğu görülmektedir. Tanık olarak sunulan Ermeni mülteciler, olayları aktarırken önyargılı hareket etmişler, Osmanlı hükümetini sıkıntıya sokmak ve Rusya ile diğer müttefik devletleri yardım etmeye zorlamak için ölen Ermenilerin sayısını abartarak vermişlerdir. Ermeni olaylarına ilişkin müttefik devletler kaynaklı haberlerde ise, Osmanlı İmparatorluğu “günahkâr” olarak tasvir edilmekte ve Birleşik Devletleri, müttefiklerin tarafında savaşa sokma çabası hissedilmektedir. Söz konusu yazılarda misyonerler güvenilir kaynaklar olarak gösterilmiş ve Amerikalı oldukları için gerçekleri millî önyargılarla karartmayacakları düşünülmüştür (Taylor, 2009, s. 65-66).
Amerikan kamuoyu, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle de 1915 Sevk ve İskân uygulaması sonrasında misyoner kaynaklı bilgilere dayanılarak oluşturulmuştur. Misyonerler, Amerikan halkını Türklere karşı zehirlemişler, bağımsızlıklarını kazanmayı hak ettiklerine inandıkları Ermenilere yardım kampanyaları düzenlemişler ve 1915’te bir yardım teşkilatı kurmuşlardır. Böylece Amerika’da Ermeni davasını canlı tutmaya çalışmışlar, Amerikan hükümetinin Ermeniler lehine “Doğu Sorunu”na müdahil olacağı günleri sabırsızlıkla beklemişlerdir. Bu tutum, misyonerlerin propaganda gücüne ne kadar önem verip güvendiklerini göstermektedir. XX. yüzyılın ilk yıllarında Suriye ve Mısır’daki Amerikan konsolosluklarında görev alan ve 20 yıl süreyle İslam coğrafyasını sürekli gezen Alexander Powell’ın itiraf niteliğindeki değerlendirmeleri, Türkiye aleyhtarı propagandanın nasıl kullanıldığına ve genel olarak Türklere karşı oluşturulan önyargıların nasıl şekillendirildiğine işaret etmesi bakımından oldukça çarpıcıdır:
Siyasi bir terim olarak propaganda, İttifak Devletleri’ne karşı yapılan mücadelede, meşru bir silah olarak kullanmak amacıyla bizler tarafından icat edildi (…) Amerikan ulusu da yapılan bir propaganda üzerinden Türkler hakkında yanlış bilgilendirildi (…) Türklerin Ermenilere yönelik katliam yaptıklarını, tebaası olan ulusları her zaman kötü yönettiğini, hiçbir zaman iyi olmadıklarını ve asla da olamayacaklarını söylemek, yüzeysel bir bakış açısını yansıtmaktadır (…) Türklere karşı yıllardır yapılan siyasi propagandalar, Avrupa uluslarının siyasi ve bölgesel planlarının mazur gösterilmesinde kullanıldı. Türklerin ise (kendilerine karşı yapılan propaganda bombardımanına) cevap verebilmek için fırsatları yoktu. Çünkü Batı Avrupa’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, eğer varsa da birkaç kişinin dışında, kendilerini savunabilecek sözcüleri bulunmamaktaydı. Ayrıca Batı Avrupa ve Amerikan basınına telgraf gönderme veya bu basında sütun bulma imkânı Türklere kapalıydı (…)
Amerikan kamuoyu, Türklerin karakterine, amaçlarına ve geleceklerine ilişkin yazılanlarda, koltuklarından kalkmayan uzmanların görüş ve tahminlerine güvenmek zorundaydı. Muhtemelen Amerikan gazetelerinde Türklerle ilgili başyazılara imza atanların %99’u Türkiye’de hiçbir zaman bulunmamış şahıslardı ve bahse girerim onların bilgi kaynakları arasında bir tek Osmanlı Türk’ü de bulamazsınız (…) Türkiye’ye ilişkin Amerika’da yanlış bir kanının oluşmasının diğer bir sebebi de misyonerlerdi (…) Misyonerler, yarım yüzyıldır veya daha da uzun bir zamandır, Yakın ve Orta Doğu’ya ilişkin ana bilgi kaynağımız olmuşlar, bu bölgede yaşayan halklara (Hıristiyan azınlıklara, özellikle de Ermenilere) yönelik olarak Amerikan kamuoyunu şekillendirmişlerdir. Müslüman Türkler tarafından geri çevrilerek ve Hıristiyan Ermeniler tarafından kolları açılmış bir şekilde karşılanarak Ermeni davasını benimsemişler ve Amerika’ya gönderdikleri raporlarda mazlum Hıristiyanları savunmuşlar, Türkleri de kınamışlardır (…) Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde misyonerler ve onlarla işbirliği içinde olanlar, “Near East Relief” adında büyük bir (yardım) teşkilatı kurmuşlar, alt şubelerinin Amerika’daki diğer bütün cemiyetlere sızması üzerine bu teşkilat, Türkiye’deki Hıristiyanların destekçisi haline gelmiştir. Bu teşkilatın siyasi faaliyetlerde bulunduğunu iddia etmiyorum. Ancak Türk karşıtı propagandanın aracı olduklarına inanıyorum (…) Hem yardım teşkilatının hem de Amerikan basınının İstanbul’daki temsilciliğini yapan bir görevli, arkadaşlarına açıkça, Amerika’ya sadece Türk karşıtı haberler yollayabildiğini, çünkü sadece bu haberlerin para getirdiğini itiraf etmiştir”.
(Powell, 1925, s. 23-24, 28, 31-37)
Bilindiği üzere Powell’ın bahsettiği “Near East Relief”, 1915’te kurulan ve dört yıl sonra adı “American Commitee for Armenian and Syrian Relief” şeklinde değiştirilen misyoner yardım teşkilatıdır. Misyonerler, Amerikan halkına yönelik propagandalarının karşılığını tam olarak almak için Başkan Wilson’dan 22 Ekim 1916’da Amerikan halkına bir çağrıda bulunmasını istediler. Bunun kabul edilmesi üzerine yayınlanan bildirilerde, Türkler kötülenerek Ermeniler yüceltilmiş ve Anadolu’daki yardım kampanyası millî bir “Haçlı Seferi” olarak sunulmuştur. Birleşik Devletler, Nisan 1917’de İtilaf Devletleri’nin tarafında savaşa katılmış ve 8 Ocak 1918’de Başkan Wilson’ın ilan ettiği “On Dört Nokta”nın resmî yorumu çerçevesinde Ermenilerin koruyucu bir gücün himayesinde bağımsız bir devlete sahip olmaları öngörülmüştür. Başkan Wilson da Paris Barış Konferansı’nda, Amerikan Kongresi tarafından onaylanması şartıyla Doğu Anadolu’da kurulması öngörülen Ermenistan için manda sorumluluğu almayı ülkesi adına kabul etmiştir. Mandanın Amerikan Kongresi tarafından kabul edilmesinde ise, Amerikan halkının Ermenistan’a yönelik -misyonerler tarafından şekillendirilmiş- özel ilgisine güvenmiştir. Türk millî mücadelesinin (1919-1922) hedeflerinden bağımsız olarak tasarlanan bu mandanın, Amerikan Kongresi tarafından kabul edilmeyişi, Ermeni davasının Amerika’da kaybedilmesini beraberinde getirmiştir. Ancak Kongre’nin bu kararına rağmen Başkan Wilson, daha önce müttefiklerine (İngiltere ve Fransa) söz verdiği için, Erivan merkezli kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’ne, Doğu Anadolu’nun bir bölümünün katılması ve büyük bir Ermenistan’ın oluşturulmasına dönük müttefik projesinin sınırlarını belirlemeyi kabul etmiştir. Bu doğrultuda Başkan Wilson, müttefiklerin Londra Konferansı’nda Ermeniler için belirledikleri bölgeden daha geniş bir alanı -Ermenilere duyduğu sempatinin bir uzantısı olarak- Ermenistan’a dâhil etmiştir (DeNova, 1963, s. 103-104, 122-123; Grabill, 1968, s. 49-50; Sachar, 1953, s. 92-93, 160; Allison, 1953, s. 44, 82; Howard, 1974, s. 47; Helmreich, 1996, s 225). Ancak Türk millî mücadelesi ve kazanılan zafer bu sınır planlarını geçersiz kılmıştır.
Sonuç olarak Amerikalı misyonerler, verdikleri eğitim ve yaptıkları dil çalışmaları ile Ermenilerin bağımsızlığa yönelmelerinin fikrî alt yapısını hazırlamışlar ve devrimci düşünceleri daha kolay benimsemelerinin yolunu açmışlardır. Böylece Ermeniler, dışarıdan gelsin veya gelmesin devrimci Ermenilerin isyan çıkarmaya yönelik kışkırtmalarına daha kolay tepki vermişler ve silaha sarılmışlardır. Misyonerler daha sonra konuyu diplomatik alana taşıyarak Ermeni Meselesi’nin uluslararası bir nitelik kazanmasına katkıda bulunmuşlardır. Amerikalı misyonerler, isyanlar neticesinde ortaya çıkan Ermeni ölümlerini dramatize ederek, can kayıplarıyla ilgili rakamları istismar edip abartmışlardır. Böylelikle Ermeni davasını Batı’nın gündeminde tutarak, başta İngiltere ve ABD olmak üzere, Batılı güçleri “Doğu Sorunu”nu çözmeye, başka bir ifadeyle Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesine yöneltmeye çalışmışlardır.
Amerikan misyoner faaliyetleri Ermenilerin, Osmanlı toplumu içindeki “sadık millet” konumundan uzaklaşarak isyancı ve ayrılıkçı kimliğe dönüşmesinde önemli role sahiptir. Bununla birlikte, Ermenileri isyana sevk eden zihinsel alt yapının oluşmasında payı olan misyonerler, bütün çabalarına rağmen ülkelerinin dış politikasını, Ermeni davasının sonuna kadar savunulmasını gerektirecek bir çerçeveye oturtamamışlardır. Doğu Sorunu’nun ve Ermeni Meselesi’nin en önemli aşamalarından birisi olan ve Ermeni davasını toprak talepleri açısından tarihe gömen Lozan Konferansı’na ABD, resmî olarak katılmazken, ABD’yi Ermeni mandasını üstlenmesi için teşvik eden başta İngiltere olmak üzere müttefik devletler de Ermeni davasını geri plana iterek, bütün dikkatlerini Musul ve kapitülasyonlar konusuna çevirmişlerdir. Kısacası, “Ermeni Meselesi”nin çıkış ve gelişiminde rolleri bulunan Batılı devletler, artık çıkarlarına hizmet etmeyeceğini düşündükleri Ermenileri yalnız bırakmışlardır.
Allison, Elizabeth E. (1953), American Participation in Turkish Settlement, 1918-1920, Master of Arts, Pennsylvania State College.
Arpee, Leon (1936), “A Century of Armenian Protestantism”, Church History, Vol. 5, No. 2, (June), pp.150-167.
Barton, James (1906), “One Hundred Years of American Missions: An Interpretation”, The North American Review, Vol. 183, No. 601, (October), pp.745-757.
Bliss, Edwin (1896), Turkey and the Armenian Atrocities, M. J. Coghlan, New York.
Curti, Merle (1988), American Philanthropy Abroad: With A New Introduction By The Author, Transaction Books (reprint), New Brunswick.
DeNovo, John A. (1963), American Interests and Policies in the Middle East, 1900-1939, The University of Minnesota Press, Minneapolis.
Dutton, Samuel (1910/1911), “American Education in the Turkish Empire”, Journal of Race Development, 1, pp.340-362.
Dwight, H. G. O. (1850), Christianity Revived in the East, Narrative of the Work of God Among the Armenians of Turkey, Baker and Scribner, New York.
Dwight, H. G. O. (1856), Christianity in Turkey: A Narrative of the Protestant Reformation in the Armenian Church, James Nisbet and Co., London.
Earle, Edward (1929), “American Missions in the Near East”, Foreign Affairs, Vol. 7, No. 3, (April), pp.398-417.
Grabill, Joseph Leon (1964), Missionaries Amid Conflict: Their Influence Upon American Relations With The Near East, 1914-1927, Ph.D, Indiana University.
Grabill, Joseph Leon (1968), “Missionary Influence on American Relations with the Near East, 1914-1923”, Muslim World, LVIII, (First Installment), pp.43-56.
Greene, Frederick Davis (1895), The Armenian Crisis in Turkey, The Massacre of 1894, Its Antecedents and Significance With A Consideration of Some of the Factors Which Enter Into the Solution of This Phase of the Eastern Question, G. P. Putnam’s Sons, New York-London.
Hamlin, Cyrus (1896), “America’s Duty To Americans in Turkey: An Open Letter To The Hon. John Sherman, United States Senator From Ohio”, The North American Review, Vol. 163, No. 478, (September), pp.276-281.
Helmreich, Paul C. (1996), Sevr Entrikaları, Büyük Güçler, Maşalar, Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, Sabah Kitapları, İstanbul.
Howard, Harry N. (1974), Turkey, the Straits and U.S. Policy, The John Hopkins University Press, Baltimore and London.
Hurewitz, Jacop C. (1953), Middle East Dilemmas: The Background of United States Policy, Russell & Russell, New York.
Kocabaşoğlu, Uygur (1988), “Osmanlı İmparatorluğu’nda XIX. Yüzyılda Amerikan Matbaaları ve Yayımcılığı”, Murat Sarıca Armağanı, Aybay Yayınları, İstanbul, pp.267-285.
Kocabaşoğlu, Uygur (2000), Anadolu’daki Amerika, Kendi Belgeleriyle 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, İmge Kitabevi, 3. baskı, Ankara.
Lybyer, Albert Howe (1924), “America’s Missionary Record in Turkey”, Current History (New York), 19/5, (February), pp.802-810.
Moranian, Suzanne Elizabeth (1994), The American Missionaries and the Armenian Question: 1915-1927, Ph.D., The University of Wisconsin, Madison.
Orvis, Susan Wealthy (1915), Religious Education in the American Schools in the Ottoman Empire, Master of Arts, University of Chicago.
Powell, E. Alexander (1925), The Struggle For Power In Moslem Asia, John Long, Limited, London.
Reed, James Eldin (1972), “American Foreign Policy, The Politics of Missions and Josiah Strong, 1890-1900”, Church History, Vol. 41, No. 2, (June), pp.230-245.
Sachar, Howard M. (1953), The United States and Turkey 1914-1927, the Origins of Near Eastern Policy, Ph.D., Harvard University.
Sykes, Mark (1988), Dar-Ul-Islam: A Record Of A Journey Through Ten Of The Asiatic Provinces Of Turkey, Darf Publishers Limited, London.
Taylor, Jessica L. (2009), Through the Eyes of the Post: American Media Coverage of the Armenian Genocide, Master of Arts, East Tennessee State University.
The New York Times, April 6, 1895.
Weightman, Richard (1906), “Our Missionaries and Our Commerce”, The North American Review, Vol. 182, No. 595, (June), pp.886-895.