Lozan Barış Antlaşmasında Ermeniler

Türk İstiklâl Harbi’nin askeri zaferi 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi ile neticelenmiştir. Bundan sonra diplomatik mücadele ile kalıcı barışın inşası söz konusudur. Ermenilerle ilgili olarak Mudanya Mütarekesi’ne herhangi bir madde konmamıştır. Lozan Barış Konferansı’na davet edilen TBMM heyetine İcra Vekilleri/Bakanlar Kurulu tarafından müzakereler sırasında takip edeceği esaslar hakkındaki 14 maddelik kararların birinci maddesi “Şark hududu (Ermeni Yurdu) mevzu bahs olamaz, olursa inkıta-ı müzakere mucib olur.” şeklindedir. Ankara’da, Lozan’da Ermeni sorunuyla ilgili istek ve baskıların kesinlikle kabul edilmeyeceği belirtilerek anlaşmanın yapılmaması pahasına Ermeni sorunu konusunda kesin bir siyaset tespit edilmiştir. Hatta bu talimatın dokuzuncu maddesinde ekalliyetlerin mübadele edilmesi gerektiği belirtilerek dolaylı olarak Anadolu’da yaşayan Ermeniler için de mübadelenin esas kabul edilmesi kararlaştırılmıştı. Öte yandan Lozan Konferansı çalışmaları başlarken, Ermeniler de Lozan’da azınlıklara ve Ermenilere ait işlerin bir sonuca bağlanması için konferansa Ermeni Heyeti olarak kabul edilmelerini istemişler ve çok geniş bir çalışma yapmışlardır.

Ermeniler, bir yandan Aharonyan ve Hadisyan öncülüğünde Ermeni Cumhuriyeti Heyeti adı ile kurulmuş ve Ermeni Cumhuriyeti’ni temsil eden heyetin, diğer yandan da Noradunkyan ve Leon Paşalıyan liderliğinde Ermeni Millî Heyeti adlı daha ziyade Taşnak Komiteleri’nin etkisiyle kurulmuş heyetin birlikte hareket ederek, davalarını Lozan Konferansı’nda savunmak istemekteydiler. Sonuçta bu iki heyet arasında Ermenilere bağlı bütün meselelerde tam bir ittifakla hareket kararı verildi (Beyoğlu, s. 130-131).

Ermeni konusu Lozan Konferansı’nın 12, 13, 14-20 Aralık 1922 ve 6-9 Ocak 1923 tarihli oturumlarında azınlıkların korunmasına dair görüşmeler bağlamında gündeme geldi. Lord Curzon 12 Aralık 1922’deki açılış konuşmasında savaşın bir sonucu olarak büyük sayıda nüfusun yer değiştirmesinden dolayı bu sorunun çözümünün kolaylaştığını iddia etmiştir. Curzon İstanbul’da tahminen 130.000’in kaldığını, Sovyet Cumhuriyeti olan Erivan’da daha fazla nüfus kabul edemeyecek durumda bulunan 1.250.000 Ermeni’nin olduğu sözde bir Ermeni Devleti’nin var olduğunu açıkladı. Türk delegesi İsmet Paşa, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenilerin durumunu ve geldikleri noktayı yabancı kaynaklara da atıf yaparak kısaca özetledi. İsmet Paşa 13 Aralıkta yaptığı konuşmada Türk sınırları içinde bir Ermeni yurdu kurulmasının imkansız olduğunu şöyle açıkladı:

Türk Milleti azınlıklara medeni alemin kabul ettiği hakları tanır fakat kendi istiklalini kayıd altına koyacak hiçbir yeni teklifi kabul edemez azınlıkları kurtarmanın en iyi yolu onları hariçte lekeleyecek münasebetlere tahrik etmemek bu münasebetlerden korumaktır. Bunlar hariçten gelecek bir şefkata dayanmamalıdırlar. O zaman hepsi sulhden sonra Türk vatandaşları arasında yaşarlar. Ermeni meselesini maişet vasıtası veya silah diye alarak hariçte çalışan komiteler ortadan kalkarsa iki tarafta yaralarını sararlar. Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler Türk vatandaşlarıyla kardeşçe yaşayabilirler. Ancak Türk toprakları herhangi bir Ermeni yurdu için ne şark vilayetlerinde, ne Kilikya’da, anavatandan ayrılması mümkün yer yoktur. Zaten Türkiye bugün mevcut müstakil Ermeni Cumhuriyeti’yle muahedeler akd etmiştir. Diğer bir Ermenistan’ın vücut bulabileceğini Türkiye hayalinden bile geçirmez.

(Karacan, 192-193)

İsmet Paşa bu konuşmasıyla açıkça Türkiye’de kalmak isteyen Ermenilerin Türk yurttaşlarıyla kardeşçe yaşamaya devam edeceklerini, Türkiye’nin ne doğuda ne de Kilikya’da bir karış toprağının Ermenilere verilemeyeceğini, bununla birlikte Ermenilerin Anadolu’daki nüfuslarının hiçbir zaman Curzon’un söylediği gibi 3.000.000 olmadığını, İngiliz kaynaklarını da kullanarak Ermenilerin 1.500.000’den fazla olamayacağını ve Dünya Savaşı sırasında 2.500.000 Müslümanın savaşın kurbanı olduğunu vurgulamıştır. İşin ilginç yanı İsmet Paşa, verdiği nüfusla ilgili rakamları İngiliz kaynakları ve Mavi Kitab’a dayandırırken Curzon Mavi Kitab’ı kullanmaktan kaçınmıştır (Ertan, s. 218-219).

3 Aralık 1920 tarihli Gümrü, 16 Mart 1921 Moskova, 13 Ekim 1921 Kars Antlaşmaları ile Türkiye sınırları çizilmiş ve Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Ermeni sorununu kapatmıştır. Ancak Ermeniler bazı teşkilatları aracılığıyla çeşitli konferans ve kongreler ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ne müracaat ederek ve her türlü tesiri icra ederek bu konunun tekrar Lozan’da görüşülmesini sağlamıştır. İngiltere, Fransa ve İtalya konunun Lozan’da görüşülmesine yardım etmişlerdir. Nitekim 2 Şubat 1923 tarihinde Ermeni delegasyonu, İtilaf Devletlerine bir muhtıra sundu ve 700.000 Ermeni ve 100.000’den fazla yetimin vatansız ve geçimlerini sağlamaktan aciz dolaşmakta olduklarını vurgulayarak Ermeni göçmenlere bir yer bulunmasını istedi. Bu heyetlerin bütün gayretleri Sevr’de elde ettikleri kazanımları Lozan’da kabul ettirmekti. Bu karar sonucu olarak “Müttehit Ermeni Heyeti” isteklerini Lozan Konferansı’na bir muhtıra ile bildirdi. Bu muhtıraya göre:

  1. Genel harp esnasında Ermeniler açık olarak müttefiklere karşı vazifelerini ifa etmişler ve bunlar tarafından iyi muharip ve müttefik millet olarak tanınmışlardır.
  2. Bu harp, Ermenilerden nisbet kabul etmeyecek derecede kurbanlar almıştır. Türkiye Ermenistanı’nın 2.250.000 Ermenisinden 1.250.000’i katledilmiştir. 700.000’i Kafkasya’ya, İran’a, Suriye’ye, Yunanistan’a, Balkan Devletleri memleketlerine ve diğer yerlere hicret etmişlerdir. Hâlihazırda Türkiye Ermenistanı’nda köylerde ancak 130.000, İstanbul’da 150.000 Ermeni vardır. Bunlar da daima hicrete hazırdırlar.
  3. Menşei çok eski olan Ermeni meselesi 1878 tarihinde Berlin Kongresi ile doğmuş ve beynelmilel bir mahiyet iktisap etmiş nazik meselelerden biridir. Bu meselenin kesin ve nihaî olarak halli, Ortadoğu barışı üzerinde etkili olacaktır.
  4. Devletler, aleni olarak, Türkiye Ermenistanı’nın istiklâlini ilan etmişlerdir. Bu mesele Milletler ittifakı nizamnamesine ve bütün sulh muahedelerine girmiş bulunuyor.
  5. Başlıca noktaları esasen Milletler Cemiyetinin birinci ve ikinci toplantılarında müzakere edilerek reye konmuş ve “Millî Ocağın (Ermeni Yurdu)” kurulması oybirliği ile kabul edilmiştir.

Lozan Konferansı’na Türkiye adına katılan İsmet Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin bu konu hakkındaki görüşlerini üç madde halinde sunmuştur:

  1. Türkiye azınlıklarının kaderinin iyileştirilmesi, her şeyden önce, her türlü yabancı müdahalesinin ve dışarıdan kışkırtmalarda bulunulması olanağının ortadan kaldırılmasına bağlıdır.
  2. Bu amaç, ancak ve her şeyden önce, Türk ve Rum halklarının mübadeleleriyle gerçekleştirilebilir.
  3. Karşılıklı mübadele tedbirlerinin uygulanması dışında kalacak azınlıkların güvenlikleri ve gelişmeleri için en iyi garantiler, gerek ülke kanunlarının sağlayacağı, gerekse üyeleri Türk vatandaşı olarak bütün görevlerini yerine getiren bütün topluluklara, Türkiye’nin geniş görüşlü politikasının vereceği Garantilerdir (Beyoğlu, 547-8).

Sonuçta Lozan Konferansı sırasında Türkiye aleyhine yapılan bütün propagandalar ve çalışmaların Türk heyeti tarafından neticesiz bırakıldığını söyleyebiliriz. Batılı devletlerin Ermenileri Türkleri sıkıştırmak amacıyla bir araç olarak kullandıkları, bu konuda Türk tarafının kararlılığı görülünce kurmak istedikleri büyük Ermeni Devleti’ni bir kenara bıraktıkları anlaşılmaktadır.

İtilaf devletlerinin Ermeni konusundaki ısrarlarının devam etmemesinin arkasında önemli siyasi, sosyal, askeri gerekçeler vardı. Bunları sıralayacak olursak Doğu Anadolu’da bir Ermeni nüfûsunun kalmaması, İtilaf devletlerinin kendi aralarındaki menfaat çatışmaları, ABD’nin istendiği halde Ermenistan mandasını kabule yanaşmaması, Ermenistan’ın yaşatılmasının siyasi, ekonomik ve askeri yardıma muhtaç olması, 28 Mayıs 1918’de Erivan ve civarında kurulmuş olan Ermenistan’ın 1920 Aralığında Sovyetlerce ele geçirmiş olması, Türk Millî Mücadelesi’nin büyük başarı göstererek Ermeni-Türk sınırını Ermenistan ve Sovyet Rusya ile yaptığı antlaşmalarla çözmüş bulunması ve Lozan görüşmeleri sırasında Türk tarafının bu konudaki kararlı tutumu Ermeni sorununun Lozan Antlaşması’nda yer almamasında etkili olmuştur. Bu sebeple Ermeni konusu, anlaşmanın yalnızca azınlıklar bölümünde görüşülmüştür. Antlaşmada Türk tezi kabul edilerek Ermeni vatandaşların hiçbir ayrıcalık gözetilmeden Türkiye’nin ayrılmaz bir bütünü olarak tam bir vatandaşlık hukuku içerisinde yaşamaları sağlanmıştır (Beyoğlu, 549-550).

Lozan Antlaşması’nda Ermenilerle ilgili özel hükümler bulunmamaktadır. Türkiye’de kalan Ermenilerin statüsü, diğer Müslüman olmayan azınlıklar gibi Lozan Antlaşması’nın 37. ve 45. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Bu azınlık hakları dışında 30., 31 ve 32. maddeler ile Türk tabiiyetine geçmek isteyen herkes için iki yıl içinde başvuru hakkı tanınmıştır. Lozan Antlaşması’nda azınlıkların durumunun ele alındığı maddeler şöyledir:

  • Madde 37: Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiçbir resmî işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmî işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.
  • Madde 38: Türk Hükümeti, Türkiye’de oturan herkesin, doğum, bir ulusal topluluktan olma (milliyet, nationalite), dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın, hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye’de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin kamu düzeni ve ahlâk kurallarıyla çatışmayan gereklerini ister açıkta isterse özel olarak serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar bütün Türk uyruklarına uygulanan ve Türk hükümetince ulusal savunma amacıyla ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla dolaşım ve göç etme özgürlüklerinden tam olarak yararlanacaklardır.
  • Madde 39: Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni) haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye’de oturan herkes, din ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhep ayrılığı hiçbir Türk uyruğunun yurttaşlık haklarıyla (medeni haklarla) siyasal haklarından yararlanmasına, özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışma bakımından bir engel sayılmayacaktır. Herhangi bir Türk uyruğunun gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Devletin resmî dili bulunmasına rağmen Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.
  • Madde 40: Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları hem hukuk bakımından hem de uygulamada Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Özellikle giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
  • Madde 41: Genel (kamusal) eğitim konusunda Türk hükümeti, Müslüman olmayan uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde bu Türk uyruklarının çocuklarına ilkokullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm, Türk hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının önemli bir oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklar, devletler bütçesi, belediye bütçesi ya da öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayır işlerine genel gelirlerden sağlanabilecek paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe uygun ölçülerde katılacaklardır. Bu paralar, ilgili kurumların (etablissements et institutions) yetkili temsilcilerine teslim edilecektir.
  • Madde 42: Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla (statüleriyle, aile hukukuyla) kişisel durumları (statüleri, kişi halleri) konusunda, bu sorunları, söz konusu azınlıkların gelenek ve görenekleri uyarınca çözümlenmesine elverecek bütün tedbirleri almayı kabul eder. Bu tedbirler, Türk hükümetiyle ilgili azınlıkların her birinin eşit sayıda temsilcilerinden kurulu özel komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa Türk Hükümetiyle Milletler Cemiyeti Meclisi, Avrupalı hukukçular arasından birlikte seçecekleri bir üst-hakem atayacaklardır. Türk Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye’deki vakıflarına din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak ve Türk Hükümeti, yeniden din ve hayır kurumları kurulması için bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.
  • Madde 43: Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmaları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Bununla birlikte bu hüküm, söz konusu Türk uyruklarını, kamu düzeninin korunması için, öteki uyruklarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
  • Madde 44: Türkiye, bu kesimin bundan önceki maddelerindeki hükümlerin, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. İngiliz imparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon hükümetleri, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin çoğunluğunca razı olunacak, herhangi bir değişikliği reddetmemeyi, işbu Antlaşma uyarınca kabul ederler. Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin bu yükümlerden herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunmama tehlikesini meclise sunmaya yetkili olacağını ve meclisin duruma göre, uygun ve etkili sayacağı yolda davranabileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri (talimatı) verebileceğini kabul eder. Türkiye, bundan başka bu maddelere ilişkin olarak hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti’yle imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisi’ne üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, bu anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Misakı’nın 14. maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti, böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’na götürülmesini kabul eder. Divanın kararı kesin ve Milletler Cemiyeti Misakı’nın 13. maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır.
  • Madde 45: Bu kesimdeki hükümlerle, Türkiye’nin Müslüman-olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan’ca da, kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.” (LBKTB, 9-13).

Lozan Antlaşmasıyla Türkiye açısından Ermeni sorunu çözülmüşken, Ermeniler iddialarının peşini bırakmadılar. Bunun için de şu gerekçeleri öne sürdüler:

  1. Lozan Antlaşmasında Ermeniler ve Ermenistan ile ilgili bir madde yoktur.
  2. Ermenistan Lozan Antlaşmasına taraf değildir.
  3. Ermenistan topraklarının büyük bölümünün Türkiye’ye bırakılması ve İtilaf Devletleri tarafından bir Ermeni millî yurdu kurulması teklifini reddedilmesi bu antlaşmanın nefsî müdafaa ilkesiyle çelişmektedir.
  4. Lozan Antlaşması Sevr konularına yer vermemektedir. İki antlaşmadaki taraflar aynı değildir. Sevr imzacıları uluslararası kurallara aykırı olarak Lozan’a çağrılmamıştır. Bu yüzden Lozan Sevr’in yerini almamıştır. Nitekim Ermeni araştırmacı Toriguian, Gümrü, Moskova, Kars ve Lozan Antlaşmalarını tanımamakta, kendilerine hak veren Sevr Antlaşmasını tanıdığını ifade etmektedir. Ancak dikkate almadığı bir konu, Sevr Antlaşmasını Osmanlı Devleti’nin imzalamış ve hiçbir zaman yürürlüğe girmemiş olmasıdır. Zaten Ankara Hükümeti yukarıda bahsedildiği şekilde çıkardığı bir kanunla 16 Mart 1920 tarihinden itibaren İstanbul’un imzaladığı bütün anlaşmaları hükümsüz kılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla Anadolu’da bir Ermeni yurdu teşkili sorunu bertaraf edilmiştir (Bakar, s. 253-4).

Kaynakça

[:tr]Bakar, Bülent (2009), Ermeni Tehciri, Ankara.

Beyoğlu, Süleyman (2006), “Sevr ve Lozan’da Ermeni Sorunu”, Türk-Ermeni İlişkilerinin Gelişimi ve 1915 Olayları Uluslar arası Sempozyumu Bildirileri, Yay. haz. Hale Şıvgın, Ankara, s. 541-554.

Karacan, Ali Naci (1971), Lozan, İstanbul.

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar ve Belgeler (LBKTB), çev. Seha L. Meray (2001),  VIII, İstanbul.

Ertan, Temuçin F. (2000), “Lozan Konferansı’nda Ermeni Sorunu”, Kök Araştırmalar, c. II, sayı 2, s. 209-245.

© 2024 - Marmara Üniversitesi