Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimleri yönetmek üzere takip ettiği siyaset; varlıklarını koruyan, servet edinme hakkı tanıyan, ayin ve ibadetlerini usulünce yapmalarına izin veren bir esasa dayanmaktaydı. Uzun asırlar boyunca problemsiz uygulanmasına karşılık Fransız İhtilâli’yle birlikte yayılan liberal, sosyalist ve milliyetçi fikirler karşısında bu sistem yetersiz kalmaya başladı. XIX. yüzyıl öncesinde millet sistemi, ülkedeki farklı etnik ve dinî toplulukların devlet otoritesine tabi olmaları için yeterli mekanizmalara sahipti, fakat XIX. yüzyıl insanı farklıydı. Bu yüzyılda Müslüman aydınlar da, devlet sistemini sorgulamaktan geri durmamaktaydılar. Gayrimüslimler açısından bu çok daha imkân dâhiline girmişti; servet edinme imkânları, dinî ve mezhebî baskıların yokluğu, yönetici kadrolara dâhil olma kolaylıkları, batılı devletlerden daha fazlaydı. Hıristiyan aydınlar için Avrupa model alınarak kurulacak millî devletlerde yaşamak daha tercih edilmeye lâyık görülmekteydi.
Aydınlanma çağıyla ortaya çıkan laik yaklaşımlar, ruhbanların otoritesini kökten sarsmıştı. 1830’lardan sonra ortaya çıkan liberal-sosyalist akımlar, bu durumu daha da sağlamlaştırdı. Benzer tepkiler Türkiye’deki cemaat mensupları tarafından da gösterilmeye başlandı. Bu karşı çıkışlar, mahallî ve ferdî değildi, aksine ideolojik esaslara dayanmaktaydı. Materyalizmin etkisi ile beşerî olmayan her şeyi reddeden insanların din adamları aracılığıyla yönetilmesi, artık başlı başına bir problem durumundaydı. Devlet otoritesine dayanan ruhbanların halka zulüm yaptıklarına dair söylentiler de, onlara karşı oluşan tepkileri meşrulaştırıcı rol oynadı.
Muhtelif Avrupa şehirlerinde eğitim gören Ermeni gençler, İstanbul’a döndüklerinde bambaşka fikirlere sahiptiler. Onlar artık kendilerini Ermeni milletinin aydınlanmasında vazifeli sayıyorlardı. Batıdan öğrendikleriyle yeni ve modern okullar açıyorlar, edebî eserlerdeki dinî temalar yerini dünyevî meselelere bırakıyordu. Avrupa etkisine açılan geleneksel yapı, İstanbul’dan başlayarak Anadolu’ya yayılan köklü bir değişime uğramaktaydı. Gittikçe Ermeni cemaatinin hâkim zümreleri, dinden ve din adamından uzaklaşmakta, dünyevi ve laik bir anlayışa yönelmekteydi. Üstelik yeni nesiller, tabii hukuk yetmez, pozitif hukuk gerekli diyerek parlamentarizmden yana tavır almaktaydılar. Böylelikle tamamen dinî bakış açısıyla ve din adamlarına dayandırılarak oluşturulan millet sisteminde yenilenmeye gidilmesi kaçınılmaz hale geldi.
Babıâli, esasında eski anlayışın artık gayrimüslim toplumu yönetmekte yetersiz kaldığını 1830’larda fark etmişti. II. Mahmud’un dinî ayrımın olmadığına dair sözleri, Tanzimat’la gelen eşitlik fikri, bir Osmanlı milleti oluşturma zaruretinin kabul edildiğini göstermekteydi. Devletin başından beri uyguladığı millet sistemi yerine Osmanlılık anlayışının hâkim kılınmak istendiği görülmektedir. Nitekim 1868’de Sultan Abdülaziz, Şura-yı Devlet’teki açış nutkunda bizzat “Hangi mezhebde bulunursa bulunsunlar bütün tebaam aynı vatanın evlâdıdırlar” demişti (İnalcık, 1992, s.3). Yine Kanun-i Esasî’nin 8. maddesinde “Devlet-i Osmaniye tâbiiyetinde bulunan efrâdın cümlesi herhangi din ve mezhepden olurlarsa olsunlar bilâ-istisna Osmanlı tabir olunur” denilmekteydi (Kili, 2009, s.44). Bununla birlikte bir millet fikrine en büyük darbeyi, gayrimüslimlerin imtiyazlarını genişletmeyi esas olan Islahat Fermanı vurdu. Ferman, birliği değil, ayrılığı derinleştirdi, kurumsallaştırdı.
Babıâli, Osmanlılık politikasında geç kalmıştı. Zira gayrimüslimler artık bu devletin vatandaşı olmanın herhangi bir cazip tarafını görmemekteydiler. Serbestçe ibadet yapmasından, can ve mal güvenliğine önem verilmesinden dolayı devlete minnettar olan reayanın yerini eşit haklar isteyen, hatta bağımsızlık peşinde koşanlar almıştı.
1863’te kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi, “Milletin yönetiminde ruhanilerin ve kendilerini Ermenilerin eski aristokratları ile özdeşleştiren, şehirli zengin amira sınıfının yetkilerini kısıtlayan ve milletin yönetimini demokratikleştirip, laikleştiren bir metin oldu.” (Yumul ve Bali, 2009; Pamukciyan, 2003; Karakoç, 2010). Nizamnamenin bilhassa sivil karakterinin baskın oluşu, meclislerde yer alan sivil şahsiyetlerin gittikçe cemaatin yönetimini ele geçirmesi, ruhbanların rollerinin sınırlandırılması, Fransız tipi laikliğin Avrupa’da moda haline gelmeye başlayan sosyalist-liberalist görüşlerin bir yansıması idi. Zaten nizamname Paris’te okumuş, 1848 ihtilâllerine katılmış liberal Ermeni aydınlarının eseriydi (Ter Minassian, 1995, s.171-173).
Bağımsız bir idareye kavuşmanın mümkün olabileceğinin Ermeniler tarafından benimsenmesi, özellikle 1877-1878 Türk-Rus Savaşı ile söz konusu oldu. Bu savaşta Kafkasya’daki Rus ordularının başkomutanlığına Ermeni asıllı Loris Melikof’un getirilmesi, savaş sonrasında bağımsızlığa kavuşulacağının göstergesi sayıldı. Böylelikle devletle Ermeni cemaati arasında ilişkiler gerilmeye başladı. Ermeni dostu olan Lord James Bryce’ın yazdığı gibi “Berlin Antlaşması’ndan evvel, ne Sultan’ın Ermenilere karşı özel bir husumeti vardı ne de Ermeni milletinin siyasi emelleri vardı. Ardından, korunmaları için konulan antlaşma hükümleri, hem şüphe ve nefreti Ermenilere yöneltti, hem de Ermenilerin kurtuluş umutlarını yeşertti; karşılığında, yöneticilerin düşmanlığı iyice arttı. İngiliz-Türk Konvansiyonu, Ermenilere İngiltere’den yardım alabileceklerini öğretti ve İngilizlerin müdahalesi, Türkleri iyice hırçınlaştırdı.” (Lewy, 2011, s. 31).
Ermeniler, bağımsızlığın gecikmesi üzerine büyük devletlerin fiilî müdahalesini sağlamak için tedhiş eylemlerine yöneldiler (Nalbandian, 1963). Bu amaçla kurulan örgütlerden biri olan Hınçak Devrimci Partisi’nin amacı, Büyük Ermenistan’ı kurmak ve burada sosyalist bir rejim tesis etmekti. Parti, bunun için büyük bir isyanın başlatılmasına gerek olduğuna, bunun da ancak Osmanlı Devleti’nin savaşta olduğu bir zamanda mümkün olabileceğine inanmaktaydı (Mattei, 2008). Bir diğer önemli örgüt olan Taşnaksutyun ise bağımsızlıktan ziyade özgürlük ve otonomi tesis edilmesini sağlamaktan yanaydı. Ermeni nüfusun büyük çoğunluğu ise devrime de devrimcilere de karşıydı (Dadrian, 2004, s. 69).
Hınçak Partisi üyeleri, 1890’ların başlarından itibaren Müslümanlara ve bağımsızlık karşıtı olan Ermenilere yönelik saldırılara giriştiler. Piskoposlara veya zengin Ermenilere yapılan saldırılar “millî dava”ya ihanet gerekçesine dayandırılmaktaydı. İngiliz diplomatlarının raporlarında bu tür suikastlar dolayısıyla Ermeniler arasında korku ve panik havasının olduğu ifade edilmektedir (Şimşir, 1989, III, s. 208-209). Halk arasında paniğin daha büyük olması için asker üniformasıyla suikastlar yapılmaktaydı (Kırpık, 2007). Böylece bir taraftan devlete olan bağlılıkların zayıflatılması, diğer taraftan da istenmeyen kişilerin bertaraf edilmesi ve nihayet Avrupa kamuoyuna, Hıristiyanlara karşı bir devlet terörünün mevcudiyetinin gösterilmesi hedeflenmekteydi.
İlk büyük isyan, 1894 yılının yaz aylarında Sason’da meydana geldi. Çeteler tarafından tahrik edilen Ermeniler, o zamana kadar ödedikleri vergilere karşı çıktılar ve Bekiran ile Zeydan aşiretlerine saldırdılar. Saldırı üzerine misillemeyle karşılaşacaklarını bilmemelerine imkân yoktu. Ancak böylelikle çekilen acıların Avrupa kamuoyunu etkilemesi, hükümetlerin müdahale konusunda tazyik edilmelerinin sağlanması hedeflenmekteydi. Nitekim Avrupa basınında Ermenilerin saldırılarından hiç söz edilmezken, Müslümanların onlara saldırdıkları yolundaki haberler sayfalar tutmaktaydı (J. McCarthy ve C. McCarthy, 1989, s. 42). Sason isyanı ordunun müdahalesiyle sona erdi ve isyancılar, misyonerlerin ve yabancı diplomatların tavassutlarıyla silah bırakma ve cezalandırılmama şartıyla teslim oldular (Gülmez, 2006).
Ermeni dostu Amerikalı bir yazar olan George Hepwort amacın bir dış müdahaleyi gerçekleştirmek olduğunu şu sözlerle ifade etmekteydi: “Devrimciler, mümkün olduğunca çok zorbalığa yol açmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu gayelerini açıkça beyan etmişlerdi. Müslümanları, Ermenilerin -kendileri dışında kalanların- çoğunu öldürmeye sevk edebilirlerse, Avrupa müdahale etmek zorunda kalacaktı.” İngiliz yazar Edwin Pears da, “Aşırı uçtan bazı kimseler, yüzlerce masum insana zarar vereceğini kabul ettikleri bu tür girişimlerle, yabancı müdahaleyi bölgeye çekebilecek büyük bir katliamın yaşanmasını sağlayacaklarını” yazmaktaydı (Lewy, 2011, s. 45-46). Bu amaçla müteakip yıllarda onlarca defa isyan gerçekleştirildi.
Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte Hınçak Partisi beklediği fırsatın ortaya çıktığı düşüncesiyle saldırılar, katliamlar, sabotajlar gerçekleştirdi. Ermenilerce yayımlanan kitap ve mecmualarda Türklere saldıranların, köyleri yakanların resimleriyle hikâyeleri yer almaktadır. II. Abdülhamid’e karşı birlikte hareket ettikleri Ermeni örgütlerini yakından tanıyan İttihatçılar, savaş sırasında zararı en aza indirmek için, Ermenileri çatışma alanı dışındaki Suriye-Lübnan taraflarına tehcir etmeyi zaruri gördü.
Bütün gayretlere, tahriklere, çok sayıda masum insanın öldürülmesine, dış desteğe rağmen bir Ermeni Devleti kurulamadı. Bunun sebepleri şu şekilde sıralanabilir: Ermenilerin devlet kurma iddiasında bulundukları coğrafyadaki hiçbir vilayet, sancak veya kazada nüfus çoğunlukları yoktu. Osmanlı Devleti’nin bütün güçsüzlüğüne ve maruz kaldığı baskılara mukabil ülkenin kalbi sayılan bir bölgeyi bırakması mümkün değildi. Padişahın “Ermenilere siyasi özerklik tanımaktansa ölmeyi yeğlerim” demesi devletin bu konudaki kararlılığını göstermektedir (Lewy, 2011, s. 32). Batının desteği isyancılara moral kazandırsa da, coğrafi bakımdan işe yaramamaktaydı. Üstelik Batılı devletlerin en azından bazı yetkililerinin Ermeni iddialarına ciddi anlamda inandıkları şüphelidir. Öte yandan bağımsızlık yanlısı en radikal örgüt olan Hınçak, bizzat Ermeniler üzerinde bile yeterince hâkimiyet kurabilmiş, halkı ikna edebilmiş değildi.
Akın, Fehmi (2009), “1863 Tarihli ‘Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’ Bağlamında Osmanlı Devleti’nin Ermenilere Yönelik Tutumu”, Hoşgörüden Yol Ayrımına Ermeniler, Haz. M. Hülagu, Ş. Batmaz, G. Alan, II, Kayseri, s.167-203.
Dadrian, Vahakn N. (2004), Warrant for Genocide: Key Elements of Turko-Armenian Conflict, New Brunswick.
Davison, Roderic H. (1997), Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, Çev. Osman Akınhay, I, Ankara.
Dilek, M. Sait (2012), “İngiliz ve Amerikan Misyonerlerinin Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışındaki Rolü (1810-1878)”, Ermeni Araştırmaları, 43, s.89-112.
Eliot, Charles (1965), Turkey in Europe, New York.
Gülmez, Nurettin (2006), “Tahkik Heyeti Raporlarına Göre 1894 Sason İsyanı”, Belleten, 258, s.695-802.
İnalcık, Halil (1992), Tanzimat ve Bulgar Meselesi, İstanbul.
Karakoç, Ercan (2010), “Osmanlı Hariciyesinde Bir Ermeni Nazır: Gabriyel Noradunkyan Efendi”, Uluslar arası İlişkiler, VII/25 (2010), s.157-177.
Kılıç, Orhan (2006), Osmanlı Ermenileri Arasında Din ve Siyasi Mücadeleler, Ankara.
Kırpık, Cevdet (2007), “Propaganda ve Provokasyon: Müslüman Kıyafetiyle Terörist Ermeni Eylemleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, 170, s.191-208.
Kili, Suna ve Gözübüyük, Şeref (2009), Türk Anayasa Metinleri, İstanbul.
Lewy, Guenter (2011), 1915, Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu, Çev. Ceren Elitez, İstanbul.
Mattei, Jean-Louis (2008), Belgelerle Büyük Ermenistan Peşinde Ermeni Komiteleri, Ankara.
McCarthy, Justin ve McCarthy, Carolyn (1989), Turks and Armenians: A Manuel on the Armenian Question, Vashington.
Nalbandian, Louise (1963), Armenian Revolutionary Movement, Los Angeles.
Pamukciyan, Kevork (2003), Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar, 3 cilt, Haz.: Osman Köker, İstanbul.
Quataert, Donald (2002), Osmanlı İmparatorluğu (1700-1922),Çev.: Ayşe Berktay, İstanbul.
Saydam, Abdullah (2014), “İmtiyaz Talebinden İstiklal Hayaline” Yeni Türkiye, 62/III, s.1865-1886.
Sezer, Cemal (2010), “Amerikan Misyonerlerinin Ermeni Meselesine Etkileri (1890-1914), Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, III/1-2, s.57-69.
Şimşir, Bilâl (1989), Documents on Ottoman Armenians, 3 cilt, Ankara.
Ter Minassian, Anahide (1995), “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçik, İstanbul, S.163-237.
Turan, Ömer (2009), “Amerikan Misyonerlerine Ermeni Patrikhanesi’nin Tepkisi”, Hoşgörüden Yol Ayrımına Ermeniler, III, Kayseri, s.405-438.
Yelavich, Charles-Barbara (1997), The Establishment of the Balkan National States 1804 1920, III, Seattle London.
Yumul, Arus ve Bali, Rıfat N. (2009), “Ermeni ve Yahudi Cemaatlerinde Siyasal Düşünceler”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, I, İstanbul, s.362-366.