Anadolu’da Türk-Ermeni İlişkilerine Genel Bir Bakış (1919-1922)

1919-1922 yılları arasında Anadolu’daki Türk-Ermeni ilişkileri incelenirken önce Anadolu’da ki Türk ve Ermeni milletleri arasındaki münasebetlerin durumu ortaya konulacak, daha sonra ise Doğu ve Güney cephelerindeki mücadelelere değinilecektir.

Anadolu Vilayetlerindeki Türk-Ermeni İlişkileri

Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine Ermeniler, İngilizlerin de yardım ve kışkırtmalarıyla yeniden organize olmaya başlamışlardır. Sevk ve iskana tabi tutulan Ermenilerin de geri dönerek faaliyetlerine kaldıkları yerden devam etmeleri Türk-Ermeni ilişkilerinde kısa bir süre de olsa devam eden bahar havasını dağıtmıştır (Akşin, 1992, s. 32).

Hükümet, 1916 Temmuz’unda neşrolunan patrikhane nizamnamesini 1918’de yürürlükten kaldırmış, (Sabah, No: 10421, 21 Kasım 1918) bundan sonra Ermeni Patriği Zaven Efendi, İstanbul’a dönmüştür (Sarıhan, 1993, s. 140). İstanbul’a döndükten sonra hükümete bir şikayet dilekçesi sunan Zaven Efendi, memlekette asayişin olmadığını, İslamların silahlandırılarak Ermenileri tehdit ettiklerini ileri sürmüştür (Sarıhan, 1993, s. 200).

Patrik Zaven Efendi, Anadolu’daki durumun vahim olduğunu, Hıristiyanların hayatlarının tehlikede bulunduğunu, Erzincan ve Erzurum havalisinden bir çok ailenin Mersin ve Adana iskelelerine gelmekte olduklarını, Hıristiyanlara Kuva-yı Milliye’ye iltihak etmelerini ve aksi takdirde bir kaç gün zarfında oralardan gitmelerinin ihtar edildiğini iddia etmiştir.

Zaven Efendi, İngiliz Yüksek Komiseri Robeck’e de bir mektup yazarak, Bolu’da Kemalist çetelerin Ermenileri diri diri yaktığını ileri sürmüş ve Mustafa Kemal’in yeni cinayetlerine karşı İtilaf devletlerinin tedbir almasını istemiştir. Hükümet kuvvetlerinin Bolu’yu 14 Ağustos’ta isyancılardan kurtardığı gün Ermeni mahallesinde yangın çıkmıştı (Sarıhan, 1995, s. 194).

Fakat Anadolu’dan gelen haberler gerçeğin böyle olmadığını ve Patrik Efendi’nin iddialarının asılsız ve gerçek dışı olduğunu ortaya koymuştur. Onikinci Kolordu Komutanlığı’ndan gelen 12 Ekim 1919 tarihli telgraf, ne Ermeni ve ne de Rumların hiç bir saldırıya maruz kalmadıklarını, emniyet, mal ve canlarına oldukça itina edildiğini ve asayişin devam etmekte olduğunu bildirmektedir. Ancak yaklaşık olarak iki aydan beri Rum ve Ermenilerin çok miktarda seyahat belgesi alarak İzmir ve Adana taraflarına gittikleri, Kayseri ve Niğde’de nasihat yoluyla bu seyahatlerin önüne geçilmek istendiği ve her türlü teminat verildiği, bu meseleyle ilgili olarak 11. Fırka kumandanıyla Kayseri Ermeni metropolidinin görüştüğü, gerek ahali ve gerekse metropolidin bu seyahatlerinin hiç bir endişe eseri olmadığını ve sırf ticaret maksadıyla olduğunu söyledikleri de Onikinci Kolordu Komutanlığı’ndan gelen telgrafta yer almıştır. Ayrıca Ankara’dan gelen 11 Ekim 1919 tarihli telgrafta da asayişi bozacak hiç bir olay olmadığı bildirilmiştir (İkdam, No: 8149, 19 Ekim 1919).

Tokat, Erbaa, Kavak, Çarşamba, Merzifon, Vezîrköprü gibi yerlerden mahalli cemaat-i gayr-i Müslime ileri gelenlerinin imzalarıyla, Üçüncü Kolordu Kumandanı Salahaddin Bey’e gönderilen yazılarda da, Ahalî-i İslamiyye tarafından Hıristiyanlara tecavüz edilmekte olduğu yalanları tekzîp edilmiştir (Ermeniler, 1994, s. 247-251).

Yine Amasya’daki Rum ve Ermeniler tarafından da buna benzer bir telgraf gönderilmiş, Anadolu ahvalinin güya vahim ve Hıristiyanların hayatının tehlikede olduğu ve Hıristiyan ahaliye Kuva-yı Milliye’ye iltihak etmeleri, aksi takdirde bir kaç güne kadar memleketi terke mecbur edilecekleri rivayetlerini esefle duyduklarını, halbuki herkesin tam bir emniyet içinde ve Müslümanlarla ahenk halinde yaşadıklarını bildirmişlerdir (Gökbilgin, 1959, s. 99).

İstanbul’da Alemdar gazetesinde çıkan bir yazıda, Ali Fuat Paşa’nın, Ankara’yı kan ve ateş içinde bıraktığı, tehcirler, taktiller, soygunculuklar ika ettiği ve bu yüzden Ankara’da genel göç başladığının iddia edilmesi üzerine, bu yöredeki Ermeni Murahhasa Vekili Agişe, Ermeni Katolik Ruhani Reisi Merges, belde Müftüsü Rıfat, Belediye Reisi Ali ve öğretmenlerden Arif Beyler, iddiaların gerçek dışı olduğunu, yörede asayişin yerinde olduğunu, Alemdar‘da çıkan iddiaların iftira olduğunu ve istiyorlarsa Alemdar muharrirlerinin gerçek durumu yerinde görebileceklerini belirten bir telgrafı bütün gazetelere göndermişlerdir. (Vakit, No: 718, 1 Kasım 1919)

Anadolu’dan gelen bütün haberler, Ermenilerin durumunun iyi olduğunu göstermiştir. İstanbul’dan Kayseri’ye gönderilen bir Ermeni papazı Jamanak gazetesine gönderdiği yazıda Kayseri ahvali hakkında bilgiler vermiş; “Ürgüp’te bizi karşılayan Ermeni, Türk ve Kürt ahalinin hal ve davranışlarından asayişin yerinde olduğunu anladım. Mezhep değiştiren Ermeniler konusunda ise kaymakam beyin onlara kendi kendilerine karar verme yetkisini verdiğini, sarıklarını çıkarıp kiliseye gitmekte serbest olduklarını beyan etmiştir” (Vakit, No: 770, 28 Aralık 1919).

Bu tekziplerden de anlaşılacağı üzere Anadolu’daki Ermenilerin durumu iddiaların aksine gayet iyiydi ve hayatlarının tehlikede olduğu ve Kuva-yı Milliye’ye katılmadıkları takdirde memleketi terke mecbur edilecekleri yönündeki iddiaların gerçekle bir alakası yoktu. Bu iddialar İstanbul merkezli olarak yayılmış ve milli uyanışı baltalamak maksadıyla yapılmıştı.

Ermeni gazeteleri, Adapazarı vesair yerlerde Türkler ve Ermenilerin birbirleriyle hoş geçinmeye başladıklarını, Hıristiyanlara karşı kötü muamelede bulunulmaması hususunda duvarlara beyannameler yapıştırıldığından gayrimüslimlerin korku ve heyecanın da giderilmiş olduğunu yazmışlardır (İkdam, No: 8297, 21 Mart 1920).

Samsun Ermenileri de Büyük Millet Meclisi’ne hitaben bir telgraf çekip, Patrik Zaven Efendi ve diğer Ermeni ileri gelenlerinin hareket tarzlarını eleştirmişlerdir. Samsun Ermenileri bu telgrafta özetle; “Patrik Zaven Efendi ve diğer Ermeni ileri gelenlerinin, Avrupa kapılarında dolaşacağına ve batı emperyalistlerinin fikrine alet olacağına doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelmelerinin daha iyi olacağını beyan etmişlerdir” (Vakit, No: 1234, 15 Mayıs 1921).

Görüldüğü üzere Anadolu’daki Ermenilerin büyük bir kısmı Türk devletine bağlılığı sürdürüyor, hatta İstanbul’daki Patrikhane’ye karşı bile tavır alıyorlardı. Onların durumları iddiaların aksine kötü değil, oldukça iyiydi.

Yine 1922 yılı içersinde Anadolu’da Hıristiyanlara zulüm yapıldığına dair Avrupa’da bir takım neşriyat yapılmaya başlanmıştır. Bütün bu haberlerin kaynağı Amerikalı Binbaşı Yavel’dir. Elazığ Amerikan Şark-i Karib Muavenet Heyeti’nin Harput şubesi eski müdürü olan Yavel, Milli hükümet tarafından Ermenilerin devamlı baskı altında bulundurulduklarını ve son olarak bir kıtale maruz kaldıklarını iddia etmiştir. Bu şahsın, Anadolu’da nifak için çalıştığı anlaşıldığından, hükümetçe Anadolu’yu terketmesi istenmiş, buna gücenerek Halep’e giden Mister Yavel ve bir arkadaşı garazkarane suçlamalarda bulunmuştur. Bu şayialar tamamen asılsız ve yalandır. Anadolu’nun muhtelif noktalarında bulunan Amerikalılardan gelen haberler de Anadolu’da sükun ve asayişin yerinde olduğunu ve Hıristiyanlar için endişe verici bir hal olmadığını bildirmektedir.

Ankara Hariciye Vekaleti de bu iddiaları kati surette tekzip etmiş ve gerek Harput’ta gerek Anadolu’nun çeşitli noktalarında bulunan Amerikalıların şahitliklerine müracaat edilebileceğini belirtmiş, Amerika Muavenet Heyeti temsilcileri de, Harput’ta Hıristiyanların katliyle ilgili iddiaların asılsız olduğunu Washington’a bildirmiştir (Vakit, No: 1598, 22 Mayıs 1922).

Dahiliye Vekaleti de, Ermenilere ve Rumlara karşı kanuna aykırı hiç bir harekette bulunulmadığını söylemiş ve suçlamaları kati surette reddetmiştir (Vakit, No: 1600, 24 Mayıs 1922).

6 Mayıs 1922 tarihli Times gazetesinde yayınlanan bu suçlamaları gerçekmiş gibi değerlendiren İngilizler Anadolu’ya tahkikat heyetleri gönderebilmek için harekete geçmişler, bu münasebetle Avam Kamarası’nda Mister Chamberlain, müttefiklere, Anadolu’ya bir heyet-i tahkikiyye gönderilmesi teklifinde bulunmuş, İngiltere’nin derhal Anadolu mıntıkalarına komiserler gönderilmesini teklif edeceğini beyan etmiş, diğer devletler komiserler gönderilmesini kabul etmezlerse İngiltere bir komiser gönderecektir (Vakit, No: 1595, 19 Mayıs 1922) demiştir.

Anadolu’da yaşayan Ermeni ve Rumlar, Avrupa matbuatında çıkan ve İngiltere’nin de hemen sahiplendiği bu asılsız iddia ve iftiralara en iyi cevabı vermişlerdir. Rum ve Ermeni cemaatlerinin ileri gelenleri Binbaşı Yavel’in şuçlamalarını şiddetle reddederek Elazığ, Malatya, Kastamonu, Çorum Ermeni ve Rum cemaatleri muteberan ve ruhanileri, gördükleri iyi muameleleri anlatmışlar ve bu durumu protesto etmişlerdir (Vakit, No: 1609, 4 Haziran 1922).

Doğu’da Ermenilerle Savaş

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hükümlerine göre Türk ordusu savaş sırasında ele geçirdiği bölgelerden geri çekilince oradaki halk Ermenilere karşı savunmasız bir hale düştü. Ermeni çeteleri Karaurgan’da, Sarıkamış’ta Kars’ta Müslüman halka saldırılarda bulunmuş, birçok kişiyi katletmişlerdi. Ermenilerin 24 Eylül’de Bardız bölgesinden taarruza başlamaları üzerine, Doğu Cephesi Komutam Kâzım Karabekir Komutasında 28 Eylülde başlatılan harekâtta, Türk Ordusu birkaç gün içinde Sarıkamış bölgesini almış, bir ay sonra yeniden ilerleyerek Kars’ı kurtarmış ve 7 Kasımda Gümrü’yü işgal etmişti. Bunun üzerine, Ermeniler barış isteyince, önce bir ateşkes Anlaşması, 2 Aralık’ta da Gümrü Barış Antlaşması yapılmıştır. Gümrü Antlaşması Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin bir yabancı devlet ile yaptığı ilk uluslararası antlaşmadır. Gerçi bu Antlaşma, Kafkasya’da ortaya çıkan gelişmeler sonucu, onaylanamadığı için yürürlüğe girmemiş ve yerini, Gürcistan ve Azerbaycan ile ilgili konularla birlikte, 16 Mart 1921 günü Moskova’da imzalanan Moskova Antlaşması’na bırakmıştır.

Güney Cephesi

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından hemen sonra bölgeyi işgal etmeye başlayan Fransızlar, Kilikya’da “Ermeni Politikası” takip etmişler, Ermenilere askerî harekatta yer vermişler, Kilikya bölgesini idari yönden Ermenileştirmeye çalışmışlardır (Akyüz, 1988:180).

Adana Cephesi

Adana’daki yerli Ermeniler Fransızları bir kurtuluş ordusu gibi karşılamışlar, Fransız-Ermeni birlikleri bazı köylere saldırarak ahaliden bir kısmını öldürmüş, köyleri de yakmıştır. Ermeniler Haçin civarındaki köylerde Müslüman ahaliden bazılarını yollarda katledilip, kadınları kocalarının yanlarından zorla dağa kaldırmışlardır (Mezalim, 1995, s. 72).

Fransızlar, Adana bölgesini işgal ettikten sonra, Türk kuvvetleri tarafından güç durumlara düşürülmüş, Toroslar ve Adana ovasında Kuva-yı Milliye’nin baskıları, Fransızlara ağır kayıplar verdirmiş ve Pozantı’da kuşatılan Fransız taburu çekilmek zorunda kalınca yolda baskına uğramış ve esir edilmiştir.

19 Temmuz 1920’de Tarsus’u Fransızlardan kurtarmak için sabahın erken saatlerinde başlayan Türk taarruzu, bir kaç saat içinde gelişmiş ve büyük bir başarı ile sonuçlanmıştır. Adana ve havalisinde, 1921 yılı başına kadar, Fransızları birçok savaşta yenilgiye uğratan Milli kuvvetler, Feke, Kadirli, Kozan, Karaisalı, Bahçe, Pozantı ve Saimbeyli’yi, Fransız ve Ermenilerin müşterek işgalinden kurtarmış, Fransızların sömürgeci emellerini, Ermenilerin de devlet kurma çabalarını önlemiştir (Çelik, 1999, s. 399).

Maraş Cephesi

20 Ocak 1920’de Fransızların, şehrin ileri gelenlerinden bazılarını tutuklayıp hükümet binasını işgal etmek üzere harekete geçmesi üzerine Türkler, Fransızların üzerine ateş açarak geri püskürttüler. Böylece başlamış olan savaş 23 Ocak’ta Fransızların şehri top ateşine tutmasıyla devam etti. Fransızlar Ermenilerle beraber Maraş İslamlarını kiliselerden top ve mitralyöz ateşine tutmuşlar, şehirde yangın çıkmış ve bir çok Müslüman ölmüştü (Mezalim, 1995, s. 78). Türkler savunma tedbirleri almaya çalışırken, Maraş’ta Fransız ve Ermenilerin Müslümanlara yaptıkları katliamlar dayanılmaz bir hal almıştır.

1 Şubat’tan itibaren Maraş’ta savaş daha da şiddetlenmiş, 6 Şubat’ta Islahiyye tarafından gelen ve iki topları da bulunan 500 kişilik bir Fransız birliği, Maraş’a 1.5 saat mesafede milli kuvvetler tarafından durdurulmuş, 300 kişilik bir Fransız birliği, bir dağ bataryası ile şehre yaklaşarak bombardımana tutmuştu. 11, 12 Şubat gecesi Fransızlar, daha fazla dayanamayarak Islahiyye’ye doğru kaçmışlardı. Maraş’ta ölen ve yaralanan düşmanın sayısı oldukça fazlaydı. Maraş’ta uğradıkları yenilgi Fransızları derinden etkilemiş, prestij ve moralleri bozulmuştu.

Urfa Cephesi

Urfa’yı işgalci güçlerin elinden kurtarmak isteyen milli kuvvetler, 9 Şubat 1920 tarihinde Urfa’ya taarruz ettiler. Urfa’daki Fransız kuvvetleri, 500 er, 12 makineli tüfek ve bir süvari takımından oluşan bir tabur kadardı. Ayrıca bu kuvvete, 500 kadar silahlı Ermeni de katılmıştı. Fransızlar, 8 Nisan 1920 tarihinde, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza Bey’e bir mesaj göndererek yerel bir mütareke istediler. Bunun sonunda da Urfa’dan çekileceklerini bildirdiler. Fransızların mütareke istekleri kabul edilerek anlaşma yapıldı. Fransızlar, 11 Nisan 1920 günü erken saatlerde Urfa’yı boşalttılar (Ermeni Sorunu,1983: 418).

Antep Cephesi

29 Ekim 1919 günü şehre giren Fransız kuvvetlerine Türk direnişi daha işgalin ilk günlerinde başlamıştı. 5 Kasım günü Akyol Cami’ndeki Türk bayrağının bir kaç Ermeni genci tarafından indirilmesi üzerine patlama noktasına gelmişti. Türk toplumunun bu tepkisi karşısında Fransızlar Ermeni alayına mensup birlikleri Antep’ten uzaklaştırmak mecburiyetinde kaldılar (Çay, 1988:21).

Ermeni alayının şehirden çıkarılmasına rağmen olaylar devamlı tırmanış gösterdi. Antep’te asıl direnişi başlatan olay, 21 Ocak günü annesine sarkıntılık eden Fransız askerlerine karşı koymak isteyen 12 yaşında bir Türk çocuğunun süngülenerek öldürülmesi olayı oldu.

Milis çetelerinin ilk büyük başarısı 12/13 Ocak 1920 günü Araplar Köyü baskını ile gerçekleşti. 400 kişiden oluşan Fransız kuvvetlerinin tamamına yakını imha edildi. Şahin Bey emrindeki 100 kişilik çetesiyle Antep-Kilis yolunu kontrol altına almış, Fransızlara büyük kayıplar verdirmişti. Fransızlar,Mart ayı içinde büyük hazırlıklar yaparak 24 Mart’ta taarruza geçmişler, nihayet 28 Mart’ta Kilis yolunu açabilmişlerdi.

1 Nisan 1920’de başlayan Türk direnişi Fransızları çok zor duruma sokmuş, Fransızlar nefes alabilmek için Ankara’da Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile mütareke yapmak zorunda kalmışlardı. Bu arada iyice yıpranan Fransızlar zaman kazanmaya çalışıyorlardı. Antep’teki direnişi yıkabilmek için, büyük bir hazırlığın içine girmişlerdi. Nihayet 8 Ağustos günü saldırıya geçen Fransızlar Antep’e girmeye muvaffak olmuşlardı. Fakat Antep halkının şehri savunmadaki kararlılığı, 11 Ağustos 1920’den 8 Şubat 1921’e kadar büyük gayretlerle devam etti. 6/7 Şubat 1921’de Antepliler Fransız kuşatmasını yararak şehirden çıkmak istemişler, fakat bunda da başarılı olamamışlardı. Fransızlar 8 Şubat’ta şehre tamamen hakim olabilmişlerdi (İstiklal Harbi, 1966:230).

Milli kuvvetlerin başarılarını takiben, yöredeki savaşlarda kuvvetlerinin başarı kazanamadığını gören ve Adana ve havalisinde tutunamayacağını anlayan Fransa Hükümeti, Ankara Hükümeti ile uzlaşmanın kendi çıkarlarına daha uygun olacağını anlamış ve görüşmelere başlamak istemişti (Çelik,1999: 399).

Fransız Başbakanı tarafından Türklerle anlaşma yapmak üzere Franklin Bouillon görevlendirildi. Antlaşma çetin ve uzun süren tartışmalar sonunda 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara’da imzalandı.

Ankara Antlaşması’nın imzalanması ve Türk-Fransız Karma Komisyonu’nun, Fransızlar tarafından yörenin tahliyesi konusunda çalışmalara başlaması üzerine, işgal müddetince Türk ve Müslüman halka uyguladıkları insanlık dışı işkence ve davranışlar nedeniyle, bu kez Ermeni komitecilerinin bizzat kendileri canlarını kurtarmanın telaşı içine düştüler ve ülkeyi terk ettiler.

Kaynakça

Akşin, Sina (1992), İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstanbul

Akyüz, Yahya (1988), Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, Ankara

Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar’da ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi(1995),c. III, Ankara

Belgelerle Ermeni Sorunu(1983), Ankara

Çay, Abdulhaluk (1988), “Milli Mücadelede Gaziantep”, Şahinbey Semineri Bildiri Kitabı, Ankara

Çelik, Kemal (1999), Milli Mücadele’de Adana ve Havalisi, Ankara

Gökbilgin, Tayyib (1959), Milli Mücadele Başlarken, Ankara

İkdam

Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, (1994) Ankara

Sabah

Sarıhan, Zeki, (1995) Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Ankara

Türk İstiklal Harbi Güney Cephesi(1966), Ankara

Vakit

© 2024 - Marmara Üniversitesi