Amerika’daki Ermeni Diasporasıyla İletişime Dair Bir Deneyim

Bu çalışmada, 2010-2011 Eğitim Öğretim Yılında Pittsburgh’daki Chatham Üniversitesi’nde Fulbright Scholar-in-Residence programı kapsamında görev yaptığım dönemde, oradaki Ermeni diasporasından bazı Ermeniler ve Amerikalı akademisyenlerle Ermeni meselesine dair başımdan geçen hadiselere değinilecektir.

Adı geçen program kapsamında Chatham Üniversitesi, Tarih Bölümü bünyesinde yer alan Global Focus Programı’nda çalışacaktım. Bu program her yıl dünyanın farklı bir devleti veya coğrafyası üzerine odaklanarak, üniversite öğrencileri ve mensuplarınıno ülke ve coğrafyayı daha yakından tanımasına fırsat vermekteydi. Bu sırada, Chatham Üniversitesi’nde 2010-2011 Eğitim Yılı da “Türkiye Yılı” ilan edilmişti. Programın sorumlusu Dr. Jean-Jacques Sène idi. Türkiye ve Türk kültürüyle ilgili çalışmalarda ona yardımcı olacaktım.

Pittsburgh’a gitmeden önce Dr. Sène ile yazışmaya başladık. Yürütmekte olduğu program hakkında bilgi verirken, Ermeni meselesi ile ilgili ilk temasımızı yaşadık. Türkiye Yılı bağlamında hazırladıkları tanıtıcı broşürde Türklerin Ermenilere soykırım yaptığı, Kürtlere de baskı uyguladığı yazıyordu. Ayrıca yıl içinde gösterilecek filmler arasında Türkiye ve Türk kültürüyle pek de ilintili olmayan Calendar ve Dol gibi Ermeni ve Kürtlerle alakalı filmler vardı. Bu konularda itirazda bulundum. Dr. Sène itirazımı yerinde gördü ve bu filmlerin yerine, yıl boyunca Devrim Arabaları (Tolga Örnek), Mommo (Atalay Taşdiken) ve Veda (Zülfü Livaneli) gösterildi.

Ağustos 2010’da Pittsburgh’a gittim. Üniversite’nin akademik açılış töreninde konuşma yaptım. Tören sonrasında Dr. Sène ile konuşmamızda Ermeni meselesiyle ilgili Türklerin ve Ermenilerin pozisyonlarını sormuştu. Ben de, “Türkler bu konuda çok hassas, Ermeniler ise ön yargılı” diye cevap verince; gülümsedi ve aynı ifadelerin Ermenilerce de kullanıldığını söyledi.

Pittsburgh’da Ermeni diasporasıyla ilk temasım oldukça enteresan bir şekilde gerçekleşti. O sene Ramazan ayı Ağustos’ta başlamıştı. Ramazan’ın son 15 günü için Pittsburgh’da yaşayan Türkler “Cathedral of Learning” binasının bahçesinde İftar Çadırı kurmuşlardı. Oruç tutamamama rağmen, Türk yemekleri hasretiyle akşamları yemek yemeye oraya gidiyordum. Çadırda rastgele oturuluyordu. Gelenlerin çoğu civar üniversitelerde okuyan Türk ve yabancı öğrencilerdi. Bir de çadırı ve kalabalığı görüp merakla gelenler oluyordu. Nitekim Ermeni asıllı Calian ailesi ile tanışmam da böyle oldu. Kendileri çadırı ve kalabalığı görmüş, Türk çadırı olduğunu öğrenince de merakla gelmişlerdi. Bir akşam yemek için oturmuş, iftar saatinin gelmesini beklerken, bulunduğum masada karşıma yaşlı karı koca oturdu. Nezaketen tanıştık. Kendimi Chatham Üniversitesi’ne Türkiye Yılı kapsamında gelen Fulbright hocası olarak tanıtır tanıtmaz, Bayan Doris Calian “eşim Carnegie Samuelora’da Şubat’taki konferansa katılacak” dedi. Konferansın Türk ve Ermeni katılımcıları olarak 6 ay önceden karşı karşıyaydık. Hem onlar hem de ben bu duruma oldukça şaşırdık. Calian ailesi ile bu ilk tanışmamızdan sonra, birbirimize kartvizitlerimizi verdik. Calian ailesinin kökeni, Ankara, Urfa ve Harput’a dayanmaktaydı. Anlatımlarına göre, her iki aile de tehcir mağduruydular.

Üniversitedeki Türkiye Yılı kapsamında Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamak için organize edilen “Turkish Independence Day Celebration” programına Calian ailesini de davet ettim. Türklere has bir etkinlik olduğunu düşündüklerinden ilk başta çekingen davrandılar. Ama programın detaylarını anlatınca katılmaya karar verdiler. Geldikleri zaman onları kapıda karşıladım. Üniversite personeliyle oturduğumuz masayı paylaştık. Birlikte sohbet ettik, Türk kahvesi ve çayı içtik. Yaklaşan Kurban Bayramı münasebetiyle Türkiye’ye kısa süreliğine gideceğimi bildiklerinden, Doris Hanım anneme bazı hediyeler hazırlamıştı. Bunlardan birisi kartpostaldı ve üzerinde “Congratulations that you haves uch a wonderful son, Ercan!. Our parents were Armenian and came from Turkey (Ankara, Urfa, Harput). May God forgive the past and lead us all to friendships now and in the future. Sincerely, Sam and Doris” yazıyordu. Çok mutlu oldum. Türkiye’den neler istediklerini sorduğumda; Doris Hanım “Türk Kahvesi”, Samuel Bey de “Türk Lokumu” istedi. Dönüşte Doris Hanım’a Kurukahveci Mehmet Efendi’den kahve, Samuel Bey’e de Koska’nın çifte kavrulmuş lokumundan aldım. Ayrıca Sony Music’in yaptığı “Mosaic of Ottoman: Armenian Composers” CD’lerini de tedarik ettim. Bunların yanında annem, Doris Calian’ın jestine karşılık olarak kendi elleriyle ördüğü patiklerden hediye gönderdi. ABD’ye dönüşümden sonra Calian ailesi ile tekrar iletişime geçtik. Noellerini ve yeni yıllarını kutladım. Global Focus Programı sorumlusu Dr. Sène’den doğum günü tarihimi öğrenmişler. Doğum günümü kutlamak için beni evlerine davet ettiler. Dr. Calian soğuk bir kış günü beni almak için üniversiteye arabasıyla geldi. Yollar buzlu olduğundan yürürken beni sürekli dikkatli olmam hususunda uyarıyordu. Hatta “Doris teyzen Ercan’a dikkat et, onu kolla” diye bana sıkı sıkı tembihte bulundu dedi. Beraberce Calian ailesinin evine gittik. Orada Lübnan asıllı, Calian’ların yakını genç bir Ermeni ailesi daha vardı. Onların çocuklarının da doğum günüymüş. Bu bağlamda her ikimiz için doğum günü partisi organize etmişler. Hazırlık bağlamında Doris Hanım Türk mutfağına yakın börek ve pilav yapmıştı. Lübnanlı genç ile sohbet ederken, söz Fenerbahçe Futbol Kulübüne geldi. Tanıdığı bir Türk’ün sürekli Fenerbahçe’den bahsettiğini söyledi. Birlikte sohbet ettik ve çay içtik. Türkiye’den getirdiğim hediyeleri teker teker takdim ettim. Onlar da bana hediye olarak bir kravat hediye ettiler ve doğum günü kartı verdiler. Muhabbetimiz bir aralık Ermeni tehcirine geldi. Kendilerinin bahsettikleri pek çok elim hadisenin benzerlerini Türklerin de yaşadığını ama “büyük bedeli Ermenilerin ödediğini” söyledim. Doğum günü kutlaması bittikten sonra Dr. Calian beni tekrar üniversiteye bıraktı.

Calian ailesinin evine gitmeden önce, başka bir Ermeni ile daha hasbihâlimiz olmuştu. Heather H. Smith adlı bayan, “Counseling Psychology Programı’nda” master yapıyordu ve “Global Focus Art work and Writing Competition’da” “Focus on Turkey”başlıklı yazısıyla 3. olmuştu. Yarışma ben Türkiye’deyken yapılmıştı. Heather’ın çalışmasını okuduğumda Ermeni asıllı olduğunu anladım. Bir e-posta yazarak başarısından dolayı tebrik ettim ve konuşmak için ofisime davet ettim. Davetimi kabul etti ve birkaç gün sonra ofisimde buluştuk. Geldiğinde kendisine Türkiye’den getirdiğim lokumlardan ikram ettim ve sohbetimiz süresince de çay içtik. Heather’la konuşmamız sırasında şunu fark ettim: Bilgileri daha çok büyükleri tarafından kendilerine anlatılan hikâyeler üzerineydi. Sorduğum sorulara cevap verememesinden, son dönem Osmanlı-Türk-Ermeni tarihini hemen hemen hiç bilmediğini anladım. Dönemin büyük devletlerinin böl-parçala-yönet politikasını uygulayarak Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak için Ermenileri de bir araç olarak kullandıklarını söyledim. Osmanlı üst yönetiminde görev alan bazı paşalardan, bakanlardan ve üst düzey bürokratlardan bahsettim. Aynı dönemler içerisinde Türklerin de büyük bedeller ödediklerini ve benzer hikâyelerin Türk çocuklarına da büyükleri tarafından anlatıldığını söyledim. Ermenilerin yaşadıkları kötü hadiseleri de anlayabildiğimi ifade ettim. Halen de Türklerle Ermenileri birbirine düşürmek için politikalar izlendiğini vurguladım. İki millet arasındaki bu hassas ve ciddi sorunun ancak iki toplum tarafından birlikte çözülebileceğine dikkat çektim. Calian ailesiyle aramızdaki dostluğu anlattım ve getirdiğim hediyeleri gösterdim. Sohbetimiz bu minvalde sona erdi. Birkaç gün sonra, Global Focus Programı asistanlarından Lindsey Peck Scherloum ile Dr. Sène’nin ofisinde karşılaştık. Lindsey, “Dr. Karakoç, master arkadaşım Heather sizinle buluşmuş ve konuşmalarınızdan çok memnun olmuş” dedi. Dr. Sène’ye Heather ile buluşmamızdan bahsettim ve “bu mesele hakkında size ne anlatıyorsam ona da aynı şeylerden bahsettim” dedim. Dr. Sène de bundan memnun kaldı ve Global Focus Programı’nın en önemli amaçlarından birisinin de toplumların birbirlerini tanımaları olduğunu söyleyerek, “Dr. Karakoç siz bunu gerçekleştiriyorsunuz” dedi. Heather’ı Ermeni meselesini ele alacağımız Şubat ayındaki konferansa da davet ettim. Nitekim geldi. Konferansı nasıl bulduğunu sorduğumda ise konuşulanlardan hoşnut olduğunu belirtti.

Calian ailesiyle bir sonraki buluşmamız “Turkey, Armenia and Principles of International Dispute Resolution” başlıklı konferansta oldu. Konferans katılımcıları arasında Pittsburgh Üniversitesi’nden Ronald H. Linden, Samuel Calian ve dönemin Türk-Amerikan Dernekleri Asamblesi Başkanı Ergun Kırlıkovalı vardı. Konferansa bir hafta kala, Rektör Esther Barazzone’nin özel kalemi Sean Coleman’dan programla alakalı kişilere bir e-posta geldi. E-postada “isimsiz birisinin rektörü aradığını ve konferans katılımcılarından Ergun Kırlıkovalı hakkında ağır ithamlarda bulunduğunu” söyledi. Bir anda ilgili kişiler arasındaki yazışmalarda, konferans ve Ergun Bey tartışılmaya başlandı. Ermenilerin klasik bir oyunu ile karşı karşıya olduğumuzu anladım. Türkleri konuşturmak istemiyorlardı. Benimle ilgili yorumda bulunmuyorlardı, zira hem beni yeterince tanımıyorlardı hem de Fulbright görevlisiydim. Bunun üzerine ben de gruba aydınlatıcı bir mail yazmaya karar verdim. Dr. Sène’ye bundan bahsettim. Yazabileceğimi söyledi. 9 maddelik bir yazı hazırladım ve ilgili kişilere gönderdim. Sonuçta konferans günü geldi. Dinleyiciler arasında Türkler, Ermeniler, öğrenciler ve üniversitenin hem akademik hem de idari personeli vardı. Rektör Dr. Barazzone açılış konuşmasını yaparak, konferansı başlattı. İlk başlarda herkeste ufak bir gerginlik hissediliyordu. Ancak, konferans sorunsuz bir şekilde sona erdi. Oturum sonunda Doris Hanım benden slaytlarımı istedi ve kendisine verdim.

Opening Convocation sırasında “genocide deniers” diye beni protesto etmeyi düşünen Heather ile üniversite kampüsünde, kütüphanede ve yemekhanede daha sık karşılaşır olduk. Aynı masaları paylaştık. Sohbetimiz artarak devam etti. Çok enteresan bir şeklide tanıştığımız ve ilişkimizin artarak devam ettiği Calian ailesi ile de belirli aralıklarla yazışmaktayız. Sık sık gemi ile seyahat ediyorlar ve İstanbul’a uğradıklarında beni ziyaret edecekler. Dr. Sène’yle iletişimimiz halen devam ediyor.

Burada anlattıklarım tamamen Pittsburgh’da kendi yaşadıklarıma ve gözlemlerime dayanmaktadır. Bununla birlikte yaşadıklarımı tarihe not düşmek amacıyla kaleme aldım. Bu yaşanılanlarda yapılan bütün yazışmalar, takdim edilen kartpostallar, duyuru ve programlar tarafımca halen muhafaza edilmekte olup, ilgili linkler de kaynakçada gösterilmiştir. Sonuç olarak, iki toplum da iletişim kanallarını açık tutmalı, birbirini anlamaya çalışmalı, empati yapmalı ve birbirlerine karşı hoşgörülü olmalıdır. Yaklaşık bin yıllık bir birliktelikten sonra, son yüzyılda yaşanılan hadiseler, her ne kadar acı verici olsa da, tarih ve coğrafya iki milleti zorunlu olarak birbirini anlamaya ve acılarını paylaşmaya sevk etmektedir.

© 2024 - Marmara Üniversitesi