Yozgat Tehciri Davası ve Kemal Bey

Mütareke döneminde Ermeni tehcirinden dolayı görülen ilk dava, Yozgat tehciri davasıdır. Dolayısıyla ilk yargılanan idareci de tehcir sırasında Boğazlıyan kaymakamı olup, aynı zamanda vekâleten Yozgat mutasarrıflığı görevini yürüten Mehmet Kemal Beydir. Kemal Bey sevkiyatı yürütürken isyanları da bastırmak zorunda kalmıştı. İsyanların ve sevkin eşzamanlı vuku bulması, Kemal Beyin faaliyetlerinin yanlış algılanmasına sebep olmuş ve katliam söylentilerine yol açmıştır. Sevk edilen Ermeniler’in yollarda firar etmelerinden veya bazı görevlilerin suistimalinden doğan olaylar da, söylentileri pekiştirmişi. Ayrıca bazı Ermeni mallarının yağmalandığı şeklinde söylentiler de çıkmıştı (İkdam, 27 Şubat 1919).

Yozgat tehciri ve Kemal Bey hakkındaki ilk şikayet, tehcir sırasında ortaya çıkmıştır. Dahiliye Nezareti, Ankara Valiliğine gönderdiği 9 Ağustos 1915 tarihli bir yazı ile Boğazlıyan ve çevresinde 3.160 Ermeni’nin ölümüne vasıta olduğu iddiasının incelenmesini istemiştir (BOA, DH. ŞFR, 54-A/326). Fakat konuyla ilgili ne işlem yapıldığı şimdilik tespit edilememiştir. Ancak Kemal Beyin bu tarihten itibaren yaklaşık 8,5 ay daha aynı görevde kalmış olması, incelemenin lehine sonuçlandığını akla getirmektedir. Çünkü bu tarihlerdeki benzer şikayetler için yargı mekanizması işletilmiş ve idam dahil çeşitli cezalar verilmiştir (Sarınay, 2006, s. 187-189).

Kemal Beyin Boğazlıyan’dan ayrılmasından yaklaşık bir yıl sonra, Ankara Vilâyeti İdare Meclisi 8 Ocak 1917’de ve Şura-yı Devlet de 12 Nisan 1917’de, Ermeni malları ile ilgili yolsuzluk iddisından dolayı hakkında yargılama kararı aldı (Çankaya, III, 1968-69, s. 1157). Kemal Beyle birlikte yedi görevli, terkedilmiş mallar konusunda müsamaha göstermek, halkın bu mallardan bir kısmını evlerine götürmesini engellememek, bunu yapanlardan borç para almak ve bu yolla yağmacıları gizlemeye çalışmakla suçlanmıştır (BOA, ŞD, 1373/20). Kemal Bey, yargılama sonunda terk edilmiş mallardan memur sıfatıyla eşya satın aldığı gerekçesiyle 7 Ekim 1917 tarihinde üç ay hapis ve dört ay memuriyetten uzaklaştırma cezasına çarptırılmıştır. Bu karar için temyize başvurmuş ve sonuçta Konya İstinaf Mahkemesi’nin 25 Temmuz 1918 tarihli kararıyla beraat etmiştir (Bilgi, 1999, s. 86).

Mondros Mütarekesi’nin başlarında Kemal Bey davası yeniden ele alındı. Kemal Bey, Boğazlıyan kaymakamlığı sırasında Ermeniler’in tehciri ve öldürülmelerinden dolayı şikayet üzerine Aralık ayının ortalarında tutuklandı (İkdam, 16 Kânun-ı evvel 1918).

Yozgat Ermeni olaylarından dolayı Kemal Beyle birlikte yargılanmak üzere 31 Aralık 1918’de Yozgat vakıflar memuru Feyyaz Ali Bey (Çoker, III, 1995, s. 971-72) ve 7 Ocak 1919’da da tehcir esnasında Yozgat Jandarma Kumandanı olan Binbaşı Tevfik Bey tutuklandılar (İkdam, 7 Kânun-ı sâni 1919; Sabah, 8 Kânun-ı sâni 1919). Kemal Bey bu arada Polis Müdüriyeti’nde (Sansaryan Han) tutuklu kalmış ve sorgulanmıştır. 7 Ocakta da Sıkıyönetim Mahkemesi Sorgu Kurulu’nca sorgulanmış ve Tutukevi’ne (Bekirağa Bölüğü) gönderilmiştir (Alemdar, 10 Kânun-ı sâni 1919). Mahkeme sorgulama sırasında bazı şahitleri dinlemiş ve diğer bazı şahitlerin de Yozgat’ta ifadelerinin alınarak kendilerine gönderilmesini, Yozgat İstinaf savcılığından istemiştir. Ayrıca suça katıldıkları iddiasıyla Yozgat’ta tutuklu bulunanların da İstanbul’a gönderilmeleri istenmiştir (Bilgi, 1999, s. 96).

Sıkıyönetim Mahkemesi’nde Mahmud Hayret Paşa başkanlığında 5 Şubat 1919’da başlayan Yozgat tehciri davası, iki safhada 18 duruşma ile tamamlanabildi. Birinci safha, 6 Mart 1919 tarihinde 12. duruşmada sona erdi.

Kemal Bey ve arkadaşlarının savunmasını yedi avukat üstlenmiştir. Tehcir esnasında öldürüldüğü ve mallarının gasp edildiği ileri sürülen Ermeniler, mahkemede vekâleten temsil edilmişlerdir. Müdahil avukatlar olarak anılan bu kişiler, zanlılar aleyhinde suçlamalarda bulundukları gibi, mahkeme heyetini de etkileyebilmişlerdir. Zanlı avukatları, ellerinde öldürüldüğü iddia edilen Ermeniler’in vekili veya varisi olduklarına dair hiçbir belge bulunmayan bu kişilerin, mahkemeye ancak dinleyici olarak katılabilecekleri itirazında bulunmuşlardır. Mahkeme heyeti yargılamanın olağanüstülüğü dolayısıyla, müdahil avukatların, savcının iddialarını aydınlatmak için, “müştekî” olarak mahkemede bulunabileceklerine karar vermiştir (Bilgi, 1999, s. 101-103).

Sıkıyönetim Mahkemesi’nin yargılama sürecinde şahitlerle ilgili tutumu da oldukça dikkat çekicidir. Dava sürecinde, müdahil avukat sıfatıyla ithamlarda bulunanların dışında, mahkemede şahit sıfatıyla 25 kişinin adı geçmektedir. Bunların 22’si müşteki olarak mahkemede bulunan Ermenilerin şahididir. Sadece üç tanesi sanıkların şahididir. Savunma şahitlerinin üçü de davadan ceza almadan kurtulan, üçüncü sanığın dinlenmesini istediği kişilerdir. Yani ceza alan sanıkların dinlenmesini talep ettikleri şahitlerden bir tanesi bile dinlenmemiştir. Aleyhteki 22 şahitten 14’ü Ermeni, 1’i Rum ve 1’i İngiliz’dir. Yine bu 22 şahitten 16’sının tehcir sırasında Yozgat veya Boğazlıyan’da olduğu anlaşılmaktadır. Bunların içinden de yedi tanesi öldürme olaylarına şahit olduğunu söylemektedir. 15 tanesi ise duyduklarını nakletmekte veya görmüş gibi anlatmaktadır. Hatta bir tanesi açıkça yalan söylediğini belirtmektedir (Bilgi, 2007: 346).

Bu 25 şahit arasında savunma şahidi olarak sadece üç kişinin bulunmasının sebebi, mahkemenin bu konudaki tavrıdır. Diğer bütün şahitlerin, bulundukları vilâyetlerden getirilmesi ve yol masraflarının karşılanmasına rağmen, savunma şahitleri için bu yola başvurulmamıştır. Kemal Bey ve arkadaşlarının isimlerini verdikleri ve dinlenmesini istedikleri şahitlerden yalnızca İstanbul’da bulunanların dinlenebileceğine karar verilmiştir. Diğer şahitlerin yol masraflarını karşıladıkları takdirde dinlenmeleri uygun görülmüştür. Savunma avukatları, müvekkillerinin bu masrafları karşılayamayacakları bilindiği halde, adaletin paraya bağlanmasına itiraz ettilerse de, kabul edilmemiştir. Hatta bulundukları yerlerdeki mahkemelerde ifadelerine başvurulması talepleri de dikkate alınmamıştır (Bilgi, 1999, s. 103-4).

İlk duruşmada önce soruşturma kararnamesi, ardından Savcı Sami Bey tarafından iddianame okundu. Savcı öncelikle davanın siyasî önemine değindi. Amacın, milletin masumiyetine sürülen kanlı lekeyi adalet ile silmek ve bu şahısların ülke çıkarlarını kendi çıkarlarına feda ettiklerini kanıtlayarak adaleti gerçekleştirmek olduğunu belirtti. Osmanlı idaresindeki gayrimüslimler üzerindeki dış etkiye vurgu yaptı. Ermeni örgütlerinin, ülke topraklarından bir bölümünde bağımsızlık elde etmek için çalıştıklarını, savaş sırasında isyan çıkardıklarını ve ordunun hareketlerini engellediklerini söyledi. Tehcir kararının ağır olduğunu, insafsızca uygulandığını ve görevlerini kötüye kullananlar yüzünden, feci sonuçlar doğurduğunu ileri sürdü. Göç ettirilen Ermenilerin mallarının ve paralarının gasp edildiğini, sevkiyatlarının düzenli yapılmadığını, bazılarının tecavüze uğradığını, bazı memurların bütün bunlara kayıtsız kaldıklarını vurguladı (Bilgi, 1999, s. 109). Dönemin hükümetinin müfettişler göndererek incelemeler yaptırdığını ve öldürme olayları dışındaki yolsuzluklarla ilgili görülenlerin askeri mahkemelerde yargılandıklarını belirtti.

İddianamede önce Yozgat tehcir ve öldürmelerinden sorumlu diğer kişilerin, yargılanmaları için girişimde bulunulduğu belirtiliyor; sonra üç zanlı, Boğazlıyan ve Yozgat tehciri sırasında Ermeniler’i öldürmek, mallarını gasp etmek, ırz ve namuslarına el uzatmakla itham edilerek yargılanmaları isteniyordu (Bilgi, 2006, s. 80-84).

Mahkeme başkanı Mahmud Hayret Paşa, Savcının iddianameyi okumasından sonra Kemal Beyden Yozgat tehcirini anlatmasını istemiştir. Kemal Bey önce mahkemenin kendisini yargılamaya yetkili olmadığını, dolayısı ile yargılanmak üzere Yozgat’a iadesini istemiştir. Avukatların konuyu görüşmek için ara verilmesini istemeleri üzerine buna itiraz etmiş ve mahkeme heyeti müzakere odasında konuyu görüşerek, yargılamaya yetkili olduğuna karar vermiştir (Zaman, 6 Şubat 1919).

Mahkeme bundan sonraki 11 duruşmada, Ermenilerin Yozgat ve çevresinden sevk edilmesiyle ilgili iddiaları ele alarak, zanlıları ve şahitleri dinlemiş, sorgulamış ve yüzleştirmiştir. Bu durum İttihat ve Terakki yöneticileri ile zorunlu göç sorumlularının bir an önce cezalandırılmasını isteyenleri tatmin etmiyordu. İtilaf Devletleri ise bu yolla dayatacakları yıkıcı barış şartlarına direnecek kimse kalmamasını hesaplıyordu (Bayar, V, 1967, s. 1511).

Olağanüstü mahkemenin Yozgat davasını kısa sürede tamamlayamaması, eleştirilere yol açmıştı. Sadrazam Tevfik Paşa, mahkemenin yetkilerinin genişletilmesi için Padişaha başvurduysa da kabul görmedi (Türkgeldi, 1987, s. 193). Tevfik Paşa istifa etti ve yeni hükûmeti 4 Mart 1919’da İttihatçı karşıtı ve İtilaf Devletleri’ne yaranma politikasının sahibi Damat Ferid Paşa kurdu (Akşin, 1983, s. 195).

Ferid Paşa yargılamalara hız kazandırarak sonuca ulaşmak istiyordu. Nitekim kısa sürede Sıkıyönetim Mahkemesi’nde değişiklik isteğini Padişaha sundu ve talebi kabul edildi (Türkgeldi, 1987, s. 198-199). 11 Mart 1919’da yayımlanarak yürürlüğe giren kararnâme ile birlikte, yargılamalar bir süre kesintiye uğradı. İttihat ve Terakkilileri ve tehcir suçlularını yargılayacak olan yeni mahkeme heyeti, kamuoyunda pek de iyi karşılanmadı ve kadrosunda sık sık değişiklikler meydana geldi (Bilgi, 1999, s. 127-130).

Kararnâme ile mahkemenin başkanlığına önce Ali Fevzi Paşa getirilmiş, ancak Paşanın kısa süre sonra istifa etmesi üzerine görev Mustafa Nazım Paşa’ya verilmiştir.

Yozgat davasının 24 Mart’ta başlayan ikinci safhası, birincisinden kısa sürdü. 13. duruşma ile başlayan ikinci safha, 18. ve son duruşmanın 7 Nisan 1919’da yapılmasıyla tamamlandı. Sondan bir önceki duruşmada mahkeme heyeti Feyyaz Ali Beyin yargılamasının ayrıca yapılacağına karar verdi. Yine bu duruşmada savcı yardımcısı Haralambos, Kemal ve Tevfik Beylerin Yozgat’ta meydana gelen olayların failleri olduklarını iddia ederek idamlarını talep etti. Sanıkların savunmalarını hazırlamaları için iki gün duruşmaya ara verildi (Bilgi, 1999, s. 142).

Kemal ve Tevfik Beylerin son duruşmaları Kemal Beyin hastalığı dolayısıyla, kamuoyuna duyurulmadan 7 Nisan 1919 günü yapıldı (Bilgi, 1999, s. 144).

Kemal Beyin savunmasını avukatı Selahaddin Bey yaptı. Selahaddin Bey önce Ermeni meselesinin tarihçesini anlattı ve yapılan tehcirin özel bir kanunla yapıldığını, tehcir sırasında da bazı saldırıların olduğunu, fakat bunun Kemal Beyle ilgisinin bulunmadığını savundu. Kemal Beyin cezalandırılmasına dayanak gösterilen Ceza Kanunu’nun 56. maddesinin tarafları silahlandırarak öldürmeyi içerdiğini, halbuki tehcirde böyle bir şey yaşanmadığını belirtti. Yine ilgili maddenin kasten fesat çıkarılarak karşılıklı kırıma neden olmayı içerdiğini, oysa tehcirin kanun ve emirle yapıldığını ve kanuna uymanın zorunluluk olduğunu belirtti (Bilgi, 1999, s. 145).

Selahaddin Bey, tehcir öncesi isyan ve kırımların varlığını herkesin kabul ve savcının da iddianamede bunu beyan ettiklerini Ermeni avukatların ise bu katliamları tehcire karşı yapılmış hareketler gibi göstermeye çalıştıklarını söyledi. Kemal Beyin 56. madde ile kasdedilen suçlarla bir ilişkisinin olmadığını, müvekkiline ancak 45. maddenin 3. fıkrasının uygulanabileceğini söyledi (Memleket, 8 Nisan 1919).

Avukat Hami Bey ise Tevfik Bey’in savunmasını yaptı. Ermeniler’in devlete karşı ayaklandıklarını ve Türk halkını katlettiklerini belirten Hami Bey, tehcir sırasında meydana gelen olayların kesinlikle imha amacı taşımadığını söyledi. Müvekkilinin isyan halindeki Ermeniler’i tenkil etmekle vazifesini yaptığını ve bu çetelerin hâlâ o bölgede bulunduğunu söyleyerek müvekkilinin beraatini istedi (Hâdisât, 8 Nisan 1919).

Mustafa Nazım Paşa avukatlardan sonra Kemal Beyi savunmaya davet etti. Sözüne, görülen davanın önemi ile başlayan Kemal Bey, Ermeniler’in asırlardan beri Osmanlı Devleti’nin himayesi altında, giderek artan bir refah içinde yaşadıklarını ve kendilerine adaletle hükmedildiğini, fakat son zamanlarda istiklal davasına kalkışarak ülkeyi kargaşaya sürüklediklerini söyledi. Meşrutiyetle birlikte hukuki eşitliğin gereği olarak bütün unsurların elele yaşaması gerekirken, Ermeniler’in bunu yeterli görmediklerini ve devletin savaşa girmesini fırsat bilerek, dış güçlerin tahrikiyle ülke savunmasını zora sokacak hareketlere giriştiklerini vurguladı. Dönemin hükümetinin güvenliği sağlamak ve ülkeyi korumak için, sevk ve iskân kanununu çıkardığını ve bu mahkemenin de sevk sırasında meydana gelen cürümleri işleyenleri yargıladığı için öneminin arttığını söyledi.

Bu davanın konusu olan olayların, yalnızca meydana geldiği yer ve tarzının değil, meydana geliş sebepleriyle de ele alınması gerektiğini belirterek, Ermeniler’in Dünya Savaşı sırasında devlet ve millet aleyhine takındıkları zalimce tavrı anlattı. Kemal Bey, Türklerin hiçbir zaman “sorumlu ve zâlim” olmadıklarını, fakat Ermenilerin bağımsızlık kazanmak maksadıyla yüz binlerce masum Türk’ü katlettiklerini, bunun da Müslüman halkı tahrik ettiğini belirtti.

Yozgat’tan sevk edilen bazı Ermeni kafilelerinin, asker kaçaklarının saldırısına uğradığını söyleyerek, yenilginin ülkemize karşı oluşturduğu olumsuz havayı durdurmak için kurban verilmesinin yanlış olacağını vurguladı.

Hayatında doğruluktan ayrılmadığını ve vicdanına kesinlikle kan lekesi sürdürmediğini söyleyen Kemal Bey, Ermenilere karşı tecavüze kalkışanları askeri mahkemeye verdiğini ve kendisi için 56. maddenin uygulanması yolundaki talebin izahı olmadığını belirtti. Bu maddenin birinci fıkrasında halkın birbiri aleyhine silâhlandırılarak karşılıklı kırıma yöneltmenin söz konusu olduğunu, oysa mahkemede buna dair hiçbir şeyin cereyan etmediği gibi, böyle bir durumun olmadığını söyledi. Aynı maddenin ikinci fıkrasında da, gasb, yağma, tahrip ve öldürmeye sevk fiillerinin yer aldığını belirterek bunun kendisi için uygulanamayacağını ifade etti. Zaten kendisinin bu suçları işleyenleri mahkemeye sevk ettiğini ve aksini belirten bir şahit olmadığını vurguladı.

Kemal Bey 56. maddenin yorumunu yaparak, Ceza Kanunu’nun diğer maddeleriyle ilişkisinin de dikkate alınması gerektiğini savundu. İlgili maddenin öngördüğü ceza ile bir mücrimin cezalandırılması için, suçun devlete karşı fesat kastıyla ve başkaldırarak işlenmiş olması gerektiğini söyleyerek, kendi konumunun bunun tam aksi olduğunu belirtti. Dolayısı ile 56. maddenin kendisine uygulanmasının, hukuka ve kanunun maksadına bütünüyle aykırı olduğunu ifade etti ve mahkemeden adalet isteyerek savunmasını tamamladı.

Kemal Beyden sonra Tevfik Bey savunmasını yaptı. Tevfik Bey görevi süresince devlete hizmet ettiğini ve hiçbir zaman görevinin dışına çıkmadığını örneklerle anlatarak suçsuz olduğunu söyledi.

Tevfik Beyden sonra mahkeme başkanı Mustafa Nazım Paşa, Kemal ve Tevfik Beylere hitaben mahkemenin hiçbir dış etkiye ve başkalarının hislerine bağlı olmaksızın bütünüyle vicdânî bir hükümle karar vereceğini ve bundan emin olabileceklerini söyledi. Böylece iki ay süren yargılama, kararın sonra açıklanacağının belirtilmesiyle sona erdi (Bilgi, 2006, s. 331-348).

Mahkeme, Kemal ve Tevfik Beyler hakkındaki kararını 8 Nisan 1919 günü verdi. İddia, ifade ve savunmaların incelenmesinden sonra zanlılar ve vekillerinin beraat istekleri reddedilerek Kemal Bey idam, Tevfik Bey de 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı (Bilgi, 2006, s. 359-362).

Kararın gerekçesinde, Kemal ve Tevfik Beylerin Osmanlı tebası olan unsurların hukuklarını koruyacakları yerde, Ermeni kadın ve çocuklarını resmî emirdeki istisnaları göze almadan sevk ettikleri, para ve eşyalarından ayırdıkları, -bazı kötü niyetli kişilerin telkinleriyle- belirlenen yere salimen ulaştırılmaları için gerekli tedbirleri kasten dikkate almadıkları gibi, kendilerini savunmadan yoksun bırakmak için kollarını bağlayarak belirlenen faciaların meydana gelmesine sebep oldukları, hatta bu olayları âmirlerine haber vermedikleri ileri sürülmüştü. Zanlıların savunmaları dayanaksız görülmüştü. Üstelik Ermenilerin yolda planlı olarak öldürülmelerinden sorumlu tutulmuşlardı.

Mahkeme, savcının 56. maddenin uygulanması isteğini uygun görmeyerek, 45. madde gereğince suçluluklarına ve aynı suçtan ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dolayısıyla Kemal Beyin Yozgat Sancağı’nda en büyük mülkî âmir olduğu halde, öldürme ve yağma olaylarını düzenlemesi ve sorumsuz kişileri kafileyi sevk edenlere âmir tayin etmesi sebebiyle asıl suçlu, Tevfik Beyin de bu suça ortak olduğu kanaatine varmıştır.

Mahkemenin kararı taraflara duyurulmadan önce, Padişahın onayına sunulmuş, fakat Padişah, Damat Ferid Paşanın baskılarına rağmen, mahkeme kararını yeterli görmeyerek Şeyhülislamdan fetva istemiştir. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ise, yargılama hak ve adalete uygun ise kararın şeriata uygun olacağı yolunda fetva vermiştir. Padişah bunu yetersiz bularak, Şeyhülislamdan kesin hüküm taşıyan yeni bir fetva istemiştir. Fakat daha fetva gelmeden, hükümetin baskısıyla Padişah 10 Nisan tarihinde kararı onaylamıştır. Karar aynı gün (10 Nisan 1919) Kemal ve Tevfik Beylere duyurulmuştur (Türkgeldi, 1987, s. 202-206).

Anlaşılacağı gibi, sıkıyönetim mahkemesinin adil olmayan bir yargılama sonucunda verdiği siyasi karara kimse ortak olmak istememiştir. Çünkü aylardır Ermeni tehciri ile ilgili meseleleri peşin hükümlü olarak çözmesi beklenen mahkemeden başka bir sonucun çıkması mümkün değildi. Padişah da, dönemin siyasi havası ve İtilaf Devletleri’nin baskısı sebebiyle kararı onaylamaktan başka çare bulamamıştır.

Kararın tebliğinin ardından doktor muayenesinden geçirilen Kemal Bey, abdest alıp namaz kıldıktan sonra infaz alanı olan Bayezid Meydanı’na götürüldü. Saat 19.00 sıralarında infaz alanına çıkarılan Kemal Bey, meydanı dolduran kalabalığın önünde hakkında okunan idam fermanını sükûnetle dinledi (İleri, 12 Nisan 1919). Usulen son sözü sorulunca da halka hitap etmeyi tercih etti. Kendisinin bir Türk memuru sıfatıyla aldığı emri yerine getirdiğini, vicdanen müsterih ve masum olduğunu vurgulamış ve “Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer buna adelet diyorlarsa kahrolsun böyle adalet!” şeklinde haykırarak sözünü “Yaşasın millet” diyerek bitirmiştir. Kemal Bey, çocuklarını millete emanet ettiğini söyleyerek, vasiyetnamesini ilgililere vermiştir (Tasvir-i Efkâr, 11 Nisan 1919).

Kemal Beyin son sözleri ve ardından idamı, meydanı dolduran Türklerin üzüntüsüne, Ermenilerin ise sevinç gösterisine yol açmıştır. Kemal Beyin idamı, Türk milletinin cezalandırılması gibi bir duyguya yol açmış ve milli kahraman olarak nitelendirilmiştir. Bu yüzden cenazesini yalnızca ailesi değil, bütünüyle Türk halkı sahiplenmiştir. Cenazesi, önce Kadıköy’e götürülmüştür. Ertesi gün tabutu Türk bayrağına sarılarak, cenazesi aralarında askerlerin ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu kalabalık bir halk kitlesi ile kaldırılmıştır (Bilgi, 1999, s. 164-168).

Mecidiye Dergâhı Şeyhi Münib Efendi tarafından idare edilen cenaze töreninde, Tıbbiyeli öğrenciler tarafından hararetli konuşmalar yapılmış ve Kemal Beye lâyık görülen âkıbet kınanmıştır. Cenaze, heyecanlı kalabalığın eşliğinde Kadıköyü Kuşdili Çayırı’ndaki Mahmud Baba Türbesi’nde defnedilmiştir (Tasvir-i Efkâr, 11 Nisan 1919).

Görev yaptığı dönemde meydana geldiği iddia edilen olaylardan dolayı Kemal Beyin yargılanması olağan bir durumdur. Ancak yargılama sürecindeki hukuksuzluklar ve konunun siyasi boyutu, kararı ve idamı hükümetin “kurban siyaseti”nin ürünü haline getirmiştir.

Kaynakça

Akşin, Sina (1983), İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstanbul

Alemdar, 10 Kânun-ı sâni; 24 Mart 1919.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi (BOA, DH. ŞFR), 54-A/326.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Şura-yı Devlet (BOA, ŞD), 1373/20.

Bayar, Celal (1967), Ben de Yazdım Milli Mücadeleye Giriş, V, İstanbul.

Bilgi, Nejdet (1999), Ermeni Tehciri ve Boğazlıyan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’in Yargılanması, Ankara.

Bilgi, Nejdet (2006), Yozgat Ermeni Tehciri Davası, İstanbul.

Bilgi, Nejdet (2000), “Tehcir Davalarında Şahitlik -Yozgat Davası-”, Tarihi Gerçekler ve Bilimin Işığında Ermeni Sorunu, Ed. Bülent Bakar vd., İstanbul.

Bilgi, Nejdet (1997), Dr. Mehmed Reşid Şahingiray’ın Hayatı ve Hatıraları, İzmir

Çankaya, Ali (1969), Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeler, III, Ankara.

Çoker, Fahri (1995), Türk Parlamento Tarihi Milli Mücadele ve T.B.M.M. I. Dönem 1919-1923, III, Ankara.

Hâdisât, 8 Nisan 1919.

İkdam, 16 Kânun-ı evvel 1918; 7 Kânun-ı sâni; 19,27 Şubat; 16 Mart 1919.

İleri, 12 Nisan 1919.

Memleket, 12, 16 Şubat;8Mart; 1,8 Nisan 1919.

Sabah, 8 Kânun-ı sâni; 9 Şubat; 11 Nisan 1919.

Sarınay, Yusuf (2006), “Ermeni Tehciri ve Yargılamalar (1915-1916)”, Ermeni Soykırımı İddiaları, Der. Mustafa Çalık, Ankara.

Takvim-i Vekayi, 23 Mart 1919.

Tasvir-i Efkâr, 11 Nisan 1919.

Türkgeldi, Ali Fuad (1987), Görüp İşittiklerim, Ankara.

Vakit, 6, 11 Şubat 1919.

Zaman, 6 Şubat 1919.

© 2024 - Marmara Üniversitesi