2000 Sonrası Türkiye-Ermenistan İlişkileri

Soğuk Savaş’ın sona ermesi Kafkasya’yı, Balkanlar ve Ortadoğu ile beraber dünyanın üç önemli kriz bölgesinden biri haline getirdi. 1990’lar, genel olarak Kafkas ülkeleri, özel olarak da Türkiye ve Ermenistan için bir çatışma ve gerginlik dönemi olarak anılabilir. Türkiye 1990’larda daha çok kendisini Orta Asya’ya model olarak sunmaya odaklanmış ve Kafkasya’yı ikinci plana itmiştir (Robins, 2003, s. 261-270). Ermenistan ise bir taraftan bağımsızlığın getirdiği devlet inşası sürecini yürütmeye, diğer taraftan, siyasi istikrarsızlıklar, ekonomik yetersizlikler ve Azerbaycan ile yaşadığı savaş ve sonrasındaki gergin ateşkesin olumsuz etkilerini bertaraf etmeye çalışmıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde uluslararası sistemde meydana gelen bazı önemli gelişmeler Kafkasya’nın uluslararası sistem açısından önemini arttırmıştır.

Bu gelişmelerin başında 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin Afganistan’a müdahalesiyle bölgede etkin bir güç olarak ortaya çıkması gelmektedir. Bu etki yalnızca uluslararası terörizme karşı mücadele çerçevesinde değil, Rusya’nın Kafkasya bölgesinde artan etkinliğini dengelemek ve verimli Orta Asya petrollerinin Rusya dışındaki yollarla da güvenli şekilde Batı pazarlarına aktarılmasını sağlamak çerçevesinde de ortaya konmuştur. Gerçekten de Putin’in idaresi altında Rusya, Çeçen isyanını bastırarak, Gürcistan’a askeri müdahalede bulunarak ve Ermenistan ve Azerbaycan arasında arabuluculuk rolünü güçlendirerek Kafkasya’da etkili olmaya başlamış ve bu durum hem ABD’yi hem de Türkiye’yi endişelendirmiştir (Saivetz, 2012, s. 463). Dahası, Güney Kafkasya bölgesinin Orta Asya petrollerinin Batı pazarlarına aktarılması için bir enerji koridoruna dönüşmesi ve birbiri ardına teklif edilen petrol boru hattı projeleri bölgenin stratejik önemini arttırmıştır (Aydın, 2013, s. 476-480).

Türkiye ve Ermenistan bu gelişmelerden çok etkilenmişlerdir. Orta Asya devletlerinden beklediği ilgiyi göremeyen ve AKP iktidarının “komşularla sıfır sorun politikası” çerçevesinde komşularıyla ilişkilerine büyük önem atfetmeye başlayan Türkiye, yeni petrol boru hattı projelerinin de gündeme gelmesiyle dikkatini Kafkasya’ya çevirmiştir. Ermenistan ise Gürcistan’a yapılan Rus müdahalesi nedeniyle Gürcistan yolunun istikrarsız hale gelmesiyle daha içine kapanık bir ülkeye dönüşmüş, bir taraftan içeride yolsuzluk ve otoriterlikle suçlanan bir hükümete karşı demokratik bir hukuk devleti talep eden halk hareketleriyle uğraşmak, diğer taraftan güvenliğini Rusya’ya bağlamak zorunda kalmıştır. Öyle ki, Rusya’nın toprakları dışında kalan en büyük askeri üslerinden biri Ermenistan’da konuşlanmıştır ve 2010 yılında Ermenistan bu üssün kullanımını 2044 yılına kadar uzatmıştır (Donaldson v.d., 2015, 203).

Türkiye ile Ermenistan arasında 1990’lardan 2000’lere evrilen üç temel sorun vardır. Bunlardan birincisi iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin bulunmayışıdır. Türkiye Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri olmasına rağmen, Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde Doğu Anadolu’nun “Batı Ermenistan” olarak adlandırılmasını toprak bütünlüğünün tanınmaması olarak kabul ettiğinden bu ülke ile diplomatik ilişki kurmamıştır (Mirzoyan, 2010, s. 67). İkincisi Türkiye-Ermenistan sınırının kapalı olmasıdır. 1993 yılında Ermenistan’ın Karabağ dışında kalan bir Azerbaycan bölgesi olan Kelbecer’i işgal etmesinin ardından Türkiye, sınırı kapatmıştır ve sınır halen kapalı durumdadır (de Waal, 2010, s. 121). Son olarak, Türkiye ile Ermenistan arasındaki en derin sorunlardan biri 1915 olaylarının nasıl adlandırılacağı meselesidir. Türkiye 1915 olaylarını tehcir olarak tanımlarken, Ermenistan’ın soykırım iddialarını mütemadiyen uluslararası camianın gündemine getirmesinden de büyük ölçüde rahatsızdır.

Bu üç sorun 2000’li yıllarda da Türkiye ile Ermenistan arasında temel sorunlar olmaya devam etmiştir; ancak tarafların, özellikle de Türkiye’nin bu sorunların çözümüne ilişkin yeni bir bakış açısı geliştirmeye çalıştığını söylemek mümkündür. Bu bakış açısının ilk kısmını Karabağ sorununun çözümü oluşturmaktadır. Türkiye 1994’teki ateşkes ile dondurulmuş ancak çözülmemiş bu sorunu gerek üst düzey temaslar, gerek sorunun çözümü için kurulmuş Minsk Grubu’nu işler hale getirmeye çalışarak çözmeye çalışmaktadır (Ruysdael ve Yücel, 2002, s. 208). 2002-2003 yıllarında önce Dışişleri Bakanları ardından da Devlet Başkanları seviyesinde gelişen üst düzey temaslarda odak noktasını Karabağ sorunu ve buna paralel olarak kara sınırının açılması oluşturmaktadır. Bu temaslar, aşağıda detaylandırılacağı üzere 2009 yılında imzalanan protokollere doğru evrilecektir.

İkinci ve daha önemli yenilik ise Ermeni soykırımı iddiaları konusunda reaktif dış politikadan proaktif dış politikaya geçilmesi sürecidir. 2001 yılında kurulan Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu Türkiye ve Ermenistan arasındaki iletişimi arttırmayı ve bunu yaparken soykırım iddialarını tartışmaktan özenle kaçınmayı öngörmüşken, sonunda yine bu konuya odaklanılmasıyla istenen sonucu üretememiştir (Laçiner, 2005, s. 279-282). Bizzat soykırım iddialarının iki tarafın arşiv belgeleriyle tartışılmasını amaçlayan, Türk, Ermeni ve Avusturyalı tarihçiler tarafından teşkil edilen Viyana Türk-Ermeni Platformu da Ermenistan tarafının istenen ek belgeleri temine yanaşmaması üzerine sonuçsuz kalmıştır (Atılgan ve Moumdjian, 2010, s. 61-62).

Bu sivil toplum girişimlerinin başarısızlığını takiben konu bizzat TBMM tarafından ele alınmıştır. 2005 yılında TBMM’de iktidar ve muhalefet partilerinin ortak deklarasyonuyla bir “ortak tarihçiler komisyonu” kurulması ve bu komisyonun çalışmaları için tüm arşivlerin açılması teklifi bir mektupla Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan’a iletilmiştir. Koçaryan ise cevabında yalnız soykırım iddialarının değil iki ülke arasındaki tüm problemlerin bir arada tartışılacağı komisyonlar önermiş ve Türk tarafının teklifi konusunda somut bir adım atmamayı tercih etmiştir (Schrodt, 2014, s. 4).

Bu proaktif politikanın bir diğer ayağını da Türkiye’deki azınlık vakıflarının, bu çerçevede de bazı Ermeni vakıflarının mallarının iadesi ve Akdamar Adası’ndaki Surp Haç Ermeni Kilisesi’nin restorasyonunun yapılıp yılda bir ayine açılması gibi sembolik, ancak toplumlararası iletişimi kuvvetlendirecek politikalar oluşturmaktadır (Küçükcan, 2013, s. 271). Yine Hrant Dink suikastının ardından bu menfur hadisenin Türk toplumu tarafından da kınanması ve Ermeni toplumuyla dayanışmaya yönelik sivil toplum girişimlerini de bu meyanda zikretmek gerekir (Aydın, 2011, s. 148).

2008 yılında başlayan ve “futbol diplomasisi” olarak adlandırılan süreç de ikili ilişkilerin geliştirilmesi için önemli bir nokta teşkil etmiştir. Türkiye ve Ermenistan milli futbol takımlarının Erivan’da yapacakları maç için Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan’ın Türk meslektaşı Abdullah Gül’ü Erivan’a davet etmesi ve Gül’ün bu teklifi kabul ederek Erivan’a gitmesiyle başlayan süreç, Bursa’da yapılan rövanş maçına Sarkisyan’ın iştirak etmesiyle gelişmiştir (Mkrtchyan, 2011, s. 160-161). Bu üst düzey ziyaretlerde görüşülmeye başlanan hassas konular bir yıl sonra İsviçre, ABD ve AB’nin de arabuluculuğuyla Zürih’te imzalanan protokollerle sonuçlanmıştır. Bu protokollerle hem Türkiye ve Ermenistan’ın karşılıklı olarak diplomatik ilişkileri başlatmaları, hem de aralarındaki sorunların halledilebilmesi için gerekli şartların sağlanması öngörülmüştür. Bu çerçevede bir taraftan iki ülke sınırının ve toprak bütünlüğünün açıkça tanınmasıyla diplomatik ilişkilerin kurulmasının önündeki engeller kaldırılacak, diğer taraftan da iyi komşuluk ilişkileriyle bağdaşmayan politikalardan – Türkiye tarafının okumasıyla soykırım iddialarının uluslararası platformlarda gündeme getirilmesinden – vazgeçilecekti. Ancak, imza sonrası onay sürecinde Ermenistan Anayasa Mahkemesinin, protokollerin Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’ne aykırı olacak şekilde yorumlanamayacağını, yani soykırım iddialarının uluslararası camia tarafından kabul edilmesi için çaba harcamanın sona eremeyeceğini ifade etmesiyle taraflar onay sürecini askıya almışlardır (Osipova ve Bilgin, 2013, s. 7-9).

Bu başarısızlığın ardından yaşanan en önemli gelişmeler ise Erdoğan’ın 2014 yılında 1915 olaylarında hayatlarını kaybeden Ermenilerin yakınları için yayınladığı taziye mesajı ve 2015 yılında Çanakkale Savaşları’nın yüzüncü yıldönümü anma etkinliklerine savaşa katılan devletlerin başkanlarını, bu çerçevede de Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan’ı da davet etmesidir (de Waal, 2015, s. 253; Hürriyet Daily News, 17.01.2015). Kısacası proaktif dış politika tüm aksamalara rağmen devam ettirilmeye çalışılmaktadır.

Sonuç olarak, 2000’li yıllarda Ermenistan ile ilişkilerde, Türkiye geleneksel savunmacı dış politika anlayışını tamamen dönüştürmese de, bu konuda daha fazla inisiyatif almaya çalışmıştır. Bu çabaları her ne kadar Ermenistan tarafında fazla karşılık görmese de, en azından Türkiye’nin karşı tarafı anlama çabalarını uluslararası kamuoyuna göstermektedir. Türkiye Ermenistan’la ilişkilerini geliştirmek istese de, bunu hem geleneksel dostu Azerbaycan’ı küstürmeden, hem de Ermenistan’la aralarındaki tarihi ve güncel sorunların çözümü konusunda Ermenistan’ı da adım atmaya yönlendirerek yapmak gibi son derece zor bir politika uygulamaya çalışmaktadır. Bu politikanın kısa vadede olmasa da, orta ve uzun vadede ilişkilerin gelişmesine katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.

Kaynakça

“Armenia’s Sargsyan rejects invitation to Gallipoli centenary”, Hürriyet Daily News, 17.01.2015.

Atılgan, İnanç ve Moumdjian, Garabet (2010), Archival Documents of the Viennese Armenian-Turkish Platform, (Klagenfurt: Edition Diwan im Wieser Verlag,).

Aydın, Mustafa (2011), “Turkey’s Caucasus Policies”, Mustafa Aydın (der.), Non-traditional Security Threats and Regional Cooperation in the Southern Caucasus, (Amsterdam: IOS Press), pp. 139-153.

Aydın, Mustafa (2013), “Kafkasya ve Orta Asya ile İlişkiler”, Baskın Oran (der.), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt III: 2001-2012, (İstanbul: İletişim), pp. 463-531.

Donaldson, Robert H. (2015), Joseph L. Nogee ve Vidya Nadkarni, The Foreign Policy of Russia: Changing Systems, Enduring Interests, 5. Baskı, (London and New York: Routledge).

Küçükcan, Talip (2013), “Are Muslim Democrats a Threat to Secularism and Freedom of Religion? the Turkish Case”, Allen D. Hertzke (der.), The Future of Religious Freedom: Global Challenges, (New York: Oxford University Press), pp. 270-289.

Laçiner, Sedat (2005), Türkler ve Ermeniler: Bir Uluslararası İlişkiler Çalışması, 2. Baskı, (Ankara: USAK Yayınları).

Mirzoyan, Alla (2010), Armenia, the Regional Powers, and the West: Between History and Geopolitics, (New York: Palgrave Macmillan).

Mkrtchyan, Tigran (2011), “The Role of NGOs in Turkey-Armenia Rapprochment”, Mustafa Aydın (der.), Non-traditional Security Threats and Regional Cooperation in the Southern Caucasus, (Amsterdam: IOS Press), pp. 154-162.

Osipova, Yelina ve Bilgin, Fevzi (2013), “Revisiting the Armenian-Turkish Reconciliation”, Rethink Paper, No. 8, January.

Robins, Philip (2009), Takım Elbiseliler ve Üniformalılar, çev. Şirin Yener, (Ankara: Arkadaş Yayınları).

Ruysdael, Salomon ve Yücel, Vedat (2002), New Trends in Turkish Foreign Affairs: Bridges and Boundaries, (Lincoln, NE: Writers Club Press).

Saivetz, Carol (2012), “Reset? Russian Perspectives on US-Russian Relations,”, Graeme Gill and James Young (der.), Routledge Handbook of Russian Politics and Society, (London and New York: Routledge).

Schrodt, Nikolaus (2014), Modern Turkey and the Armenian Genocide: An Argument About the Meaning of the Past, (New York: Springer).

Waal, Thomas de (2010), The Caucasus: An Introduction, (Oxford, Oxford University Press).

Waal, Thomas de (2015), Great Catastrophe: Armenians and the Turks in the Shadow of Genocide, (Oxford: Oxford University Press).

© 2024 - Marmara Üniversitesi