Türk tarihinin en olumsuz çağrışım yapan antlaşması Sevr Barış Antlaşmasıdır. Birinci Dünya Savaşını kaybeden Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi ile ateşkesi kabul etmiş ve hemen ardından barış antlaşması için arayışlar başlamıştı. Ancak Osmanlı devleti, mütarekenin yabancı işgallerine engel olmadığını gördüğünde yeniden silahlı mücadele etme gereği duyarak işgalci güçlere karşı direnişler başlamıştı. Anadolu’da oluşan milli direnç ve kurulan TBMM Hükümeti, Osmanlı Devletine dayatılmak istenen barış koşullarını reddetmiştir. Anadolu’da yaşanan Milli Mücadele, barış antlaşmasının imzalanmasını geciktirmiş ve İtilaf Devletleri, İstanbul’daki Osmanlı Hükümetlerine baskı yaparak antlaşmanın imzalanması temin edilmeye çalışılmıştır. Ancak, Osmanlı delegelerinin imzalamasına rağmen fiilen ve hukuken yürürlüğe girmeyip akim kalmış proje olarak tarihe geçmiştir.
Sevr Barış Antlaşması’nın Ermenilerle ilgili maddelerinin anlaşılması için fazla geriye gitmeden sadece Mondros mütarekesinin 24. Maddesine bakılması yeterli olacaktır. Osmanlı Devletinin müzakere etmeden imzalamak zorunda kaldığı mütarekenin 24. maddesi “Vilayet-i Sitte’de iğtişaş zuhurunda mezkur vilayetlerin herhangi bir kısmını işgali hakkını İtilaf devletleri muhafaza ederler…” yazmakta idi. Dahası Mütarekenin İngilizce metninde bu maddede yer alan “vilayet-i sitte/altı vilayet” ifadesi “Altı Ermeni Vilayeti” olarak geçiyordu.
I. Dünya Savaşı sonunda “yeni dünya düzeni”nin kurulmaya çalışıldığı Paris Barış Konferansı 18 Ocak 1919’da açılmış ve Konferansa iki ayrı Ermeni delegasyonu gelmişti. Bunlardan biri Osmanlı ve başka ülkelerde yaşayan Ermenileri temsil eden ve Bogos Nubar Paşa’nın başkanı olduğu Milli Ermeni Heyeti idi. Bu Heyet İtilaf Devletlerince de resmen tanınıyordu. Diğer heyet 28 Mayıs 1918’de kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’ni temsil eden Avetis Ahoranyan başkanlığındaki heyet idi. Bu iki delegasyon dışında farklı ülkelerden gelen kırk kadar bağımsız Ermeni Heyetinin de Paris Barış Konferansında lobi faaliyeti yürüttüğünü kaydetmemiz gerekiyor (Kodaman, s. 18).
Paris Barış Konferansında Ermeni heyetlerinin altını çizdikleri konu; Ermenilerin savaşta İtilaf devletlerine destek ve yardım yaptıkları dolayısıyla savaşın kazançlarından/ganimetlerden de yararlanmaları gerektiği bunun da Akdeniz-Karadeniz ve Hazar denizi arasında büyük bir Ermenistan devleti olduğunu idi.
Paris Barış Konferansında Milli Ermeni Heyeti Başkanı Bogos Nubar etkili bir konuşma yapmış ve bu konuşma dünya basınında da yankı bulmuş 30 Ocak 1919 tarihli Time Dergisine konu olmuştu. Nubar;
Maalesef pek az sayıda kişinin bildiği gerçeği açıklayalım: Savaşın başlangıcından beri Ermeniler her savaş kesiminde Bağlaşıklar safında çarpışmışlardır…Ermeniler, Türkiye’den yana geçmeyi öfkeyle reddettikleri günden buyana fiili olarak savaşan bir yan olmuşlardır. Gönüllülerimiz Fransız Yabancı Lejyonu mensubu olarak çarpışmış ve onur kazanmıştır. Doğu Lejyonunda 5000’den çok Ermeni görev yapmış, Suriye ve Filistin’deki Fransız ordusunun yarısından çoğunu oluşturmuş ve General Allenby’nin kesin zaferine katkıda bulunmuştur.
Kafkasya’daki Rus Ordularında görev yapan 150.000 Ermeni biryana, Antranik, Nazarbekof ve ötekilerin komutasındaki 50.000 Ermeni gönüllüsü Bağlaşıkların savı için 4 yıl süre ile savaşmakla kalmamış Rusya yıkıldıktan sonra Antlaşma imzalanıncaya kadar Kafkasya’da Türklerin ilerlemesini durduran tek mukavemet gücünü oluşturmuştu.
Böylece Almanlarla Türklerin kendi askerlerini başka savaş bölgelerine göndermelerini engellemekle Mezapotamya’daki İngiliz askeri gücüne yardımcı olmuşlardır. Milli Ermeni Delegasyonu, tüm bu noktalar dikkate alınarak Ermeni ulusunun savaşan yanlardan biri olarak tanınmasını dilemiştir…
(Karacakaya, 327).
Paris’teki Ermeni heyetlerinin İtilaf devletlerinden resmi taleplerinde Ermenistan Heyeti, Anadolu’dan altı vilayet isterken, Bugos Nubar bunlara ilave olarak Akdeniz’e çıkış sağlayacak Çukurova’nın da Büyük Ermenistan’a dahil edilmesini istiyordu. Nitekim Heyetler Nubar’ın talepleri doğrultusunda 26 Şubat 1919 tarihinde Paris Barış Konferansına taleplerini içeren bir muhtıra sunmuşlardır. Buna göre;
Büyük Ermenistan için Van, Bitlis, Diyarbekir, Harput, Sivas, Erzurum ve Trabzon’dan oluşan doğudaki yedi Osmanlı vilayeti,
Maraş, Kozan, Cebel-i Bereket, Adana ve Antakya (Kilikya Bölgesi),
Erivan, Gümrü ve Kars’ın dahil edildiği Kafkasya’daki Ermeni Cumhuriyeti toprakları,
Türklerden tazminat olarak toplam 19 Milyar Frank alınması (Türkiye Ermenileri için 14.598.510.000 Frank, Rusya Ermenileri için ise 4.532.472.000 Frank talep ediliyordu)
Savaştan mağlup çıkmış Osmanlı Devletine karşı son derece aşırı ve siyasi, sosyal ve tarihi gerçeklerden uzak talepler Okyanus ötesindeki yeni dünya gücü ABD’nin Başkanı Wilson tarafından destekleniyordu. İngiltere Başbakanı LIoyd George Ermeni taleplerini “aşırı” bulmuştu. Buna rağmen 14 Mayıs 1919’da sınırlarını İtilaf Devletlerinin çizeceği bir Ermenistan’ın manda yönetimine girmesini teklif etti. Erivan’daki Ermeni hükümeti bundan çok ümitlendi ve 28 Mayıs 1919’da Büyük Ermenistan Cumhuriyeti’ni ilan etti (Bakar, s. 233-4). Ancak, Ermenistan’ın Amerikan Mandası altına girmesi daha ağır basan bir seçenek idi (Beyoğlu, s. 543).
Paris’te Osmanlı Devleti’nin sonunu getirecek olan sözde Barış antlaşması hazırlanırken sürece Osmanlı Devleti müdahil olmak istemiş ancak kabul edilmemiştir. Tevfik Paşa hükümeti 12 Şubat 1919’da İstanbul’daki İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya temsilcilerine muhtıra vererek Anadolu’daki Ermeni nüfusunun hiçbir yerde çoğunluk olmadığı vurgulanmıştı. Damat Ferit Paşa hükümetlerinin de girişimleri sonuçsuz kaldı. Osmanlı Devleti 30 Mayıs 1919’da Paris’e resmen çağrıldı ve 17 Haziran 1919’da Sadrazam Damat Ferit Paşa, 4’ler Konseyine bir konuşma yaptı ve 23 Haziran 1919’da bir muhtıra verdi. 11 maddelik muhtırada, Doğu Anadolu’da yaşanan olayların Çarlık Rusya ordularıyla beraber hareket eden Ermeni çetelerin sebebiyet verdiğini, Kafkasya Ermenistan’ına bitişik araziden bir miktar verilebileceğini, Adana ve havalisindeyse Ermenilerin hiçbir zaman çoğunluk teşkil etmedikleri, Çukurova’daki Ermenilerin ya mübadelesi ya da azınlık hukukuna tabi olmasının yeterli olacağı ifade ediliyordu (Bakar, s. 234-5).
Konunun bir diğer tarafı ise Ermenilerin talep ettikleri topraklarda yaşayan insanlardı. Onlar da Avrupa’da kendi kaderleri hakkında süren diplomatik süreci yakından takip ediyorlar ve kendilerine sorulmadan istiklalleri ve istikballeri hakkında karar alınmasına tepki gösteriyorlardı. Bölge halkı tepkilerini örgütlenerek ortaya koymaya başlamıştı. Hakların Korunması anlamına gelen “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” kurulmağa başlanmıştı. Batum, Ahılkelek, Ardahan, Artvin, Oltu, Kars, Kağızman, Sarıkamış, Iğdır, Nahçivan bölgelerinde Millî Şûra adıyla ortaya çıkan teşekküllerin en önemlisi Kars İslam Şûrası idi. 17 Ocak 1919 tarihinde Kars’ta toplanan kongre sonucu Cenub-ı Garbî Kafkas Hükumet-i Muvakkate-i Millîyesi kurulmuştu. 13 Şubat 1919’da Kars’a giren İngiliz kuvvetleri önce bu Hükümeti kabul etmişler, ancak bölgeye Garganov adlı Ermeni bir vali atamaları ilişkileri koparmıştı. 19 Nisan 1919’da Cenub-ı Garbî Kafkas Hükumet-i Muvakkate-i Millîyesi’nin parlamentosunu basan İngilizler Hükümet üyelerini Malta adasına sürdüler. Bu tarihten sonra bölge halkı İngilizlerden cesaret alan Ermeni çetelerinin sınırı geçerek köyleri, karakolları basmalarına, zulüm ve baskılarına maruz kaldılar. İtilaf devletlerinin işgalleri, Ermeni örgütlerinin Anadolu’da yeniden harekete geçmesine imkan sağlamış Anadolu kargaşa içinde kalmıştı. Bu durumdan en büyük zararı ise yine sivil halk görüyordu (Bakar, s. 235-7).
Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde Rum ve Ermeni taleplerine karşı Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ile Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ortak bir kongre tertip ettiler. 23 Temmuz 1919’da Trabzon, Sivas, Diyarbakır, Mamuretü’laziz, Bitlis, Van ve Erzincan gibi gelen temsilcilerle Anadolu’ya geçmiş bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın da katıldığı Erzurum Kongresi toplandı. 7 Ağustos 1919’a kadar devam eden Kongre, Anadolu’nun bütünlüğüne, işgallere ve Ermeni ve Rumların Osmanlı vatanını bölücü tüm faaliyetlerine karşı milletin direneceğini ilan etti (Beyoğlu, s. 544).
4-11 Eylül 1919’da yapılan Sivas Kongresi de aynı kararları teyid etti ve kapsamını genişletti. Anadolu’da Müslüman çoğunluk, Ermenilik ve Rumluk etnik temeline dayanarak siyasi egemenliğine zarar verebilecek hiçbir ayrıcalık tanınmasını istemiyordu. Bu mevzuda araştırma yapmak için Anadoluya gelmiş bulunan ABD’li General Harbord ve beraberindeki heyet Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile de görüşmüş ve Batı kamuoyundaki bilgilerin aksine Anadolu’da Ermenilerin tehlike içinde olmadıkları sonucuna varmışlardır. Ancak, Fransızlar da Maraş, Antep, Urfa bölgesini işgal etmiş ve bu bölgede Ermeni Yurdu kurma faaliyetleri içine girmiş idi. Bu durum hem Osmanlı idaresi hem de bölge halkı tarafından tepkiyle karşılanmış ve mücadeleye girişilmişti (Bakar, s. 237-8).
Tekrar Avrupa’daki Barış Konferansları’na dönecek olursak; İtilaf devletlerinin temsilcileri 12 Şubat-10 Nisan 1920 tarihlerinde Londra Konferansında bir araya gelmiş ve Ermeni meselesi ele alınmıştır. Ermeni heyetlerinin de dinlendiği bu konferansta nihai karar verilememiş, 18-26 Nisan 1920 tarihlerinde San Remo Konferansında görüşmeler devam etmiştir. Burada artık Sevr Barış Antlaşması son hali oluşturulmuştur. Osmanlı Devleti için hazırlanan Barış şartları 11 Mayıs 1920’de Sadrazam Tevfik Paşa’ya verilmiş ve kabulü için 1 ay süre tanınmıştır. Bu Türk tarihinin en ağır barış antlaşma taslağı olarak tarihe geçmiştir. Bu süre başlamış iken 24 Mayıs 1920 tarihinde Amerikan Senatosu Ermenilerin Amerikan Mandasına alınması kararını oyladı ve reddetti. 25 Haziran 1920’de Damat Ferit Paşa Osmanlı Devleti’nin karşı barış önerisini sundu. Fakat İtilaf devletlerince kabul görmedi ve siyasi ve askeri tahditler neticesinde Osmanlı Devleti’nin delegeleri 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in bir banliyösü olan Sevr’de Barış Antlaşmasını imzaladılar. Sevr Barış Antlaşmasına göre; Osmanlı Devleti Ermenistan’ı bağımsız bir devlet olarak tanıyor Erzurum, Van, Trabzon ve Bitlis vilayetlerinde sınırın tesbiti Amerikan başkanı Wilson’un hakemliğine bırakılıyordu. Ermenistan’ın denize çıkışı ve sınırların askersizleştirilmesi de kabul ediliyordu.
Sevr’in ilgili maddeleri şöyledir:
Sevr Antlaşması her ne kadar Osmanlı delegelerince imzalansa da resmen kabul edilmemiştir. Çünkü Osmanlı Anayasasına göre bir Antlaşmanın kabul edilmesi için Parlamentodan geçmesi, Padişah tarafından tastik edilmesi ve resmi gazetede yayınlanması gerekmekteydi. Sevr antlaşması ise sadece delegelerin imzası ile kaldı.
TBMM, 7 Haziran 1920 tarihinde çıkarmış olduğu bir kanun ile İstanbul’un resmen işgal edildiği tarih olan 16 Mart 1920’den itibaren Büyük Millet Meclisi’nin tasvibi dışında İstanbul Hükümetlerince yapılmış ve yapılacak olan bütün antlaşmalar yok hükmünde sayılmıştır. Sevr Antlaşması da bu kapsamın içinde olduğu için yürürlüğe girmesi kesinlikle söz konusu değildir.
Türkiye’nin Ermenistan Cumhuriyeti ile sınırları; 30 Ekim 1920’de Kars’ın kurtarılmasından sonra 3 Aralık 1920’de Gümrü’de imzalanan antlaşma ile çizilmiş daha sonra bu antlaşmayla çizilen sınır 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşmalarıyla çizilmiş ve taraflarca resmen kabul edilerek yürürlüğe girmiştir (Beyoğlu, s. 545-6).
Bakar, Bülent (2009), Ermeni Tehciri, Ankara
Beyoğlu, Süleyman (2006), “Sevr ve Lozan’da Ermeni Sorunu”, Türk-Ermeni İlişkilerinin Gelişimi ve 1915 Olayları Uluslar arası Sempozyumu Bildirileri, Yay. Haz. Hale Şıvgın, Ankara, s.541-554
Karacakaya, Recep (2005), Türk Kamuoyu ve Ermeni Meselesi (1908-1923), İstanbul
Kodaman, Barçın (2002), Sevr ve Lozan’da Ermeni Sorunu, Süleyman Demirel Üniversitesi Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta