Rumların Ermeni Kıyımları ve Sivas Faciası

3. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığı kabul eden Ermeniler, kendilerini bu dinle tanıştıran ve Batı kaynaklarında Grégoire şeklinde kaydedilen Aziz Grigor’un ismini Lusavoriç (aydınlatıcı) olarak değiştirmişler ve mezheplerini Lusavoriçagan diye adlandırmışlardı. Ermeniler mezheplerinden dönmeleri konusunda tarih boyunca Katolik ve Ortodoks Rumların baskılara maruz kalmışlardır. Öte yandan Ermenilerin yaşadıkları bölgelerin sürekli olarak Doğulu ve Batılı güçlerin mücadelesine sahne olması, onların siyasi bakımdan örgütlenmelerine engel teşkil etmiş; Ermeniler şaşkınlık ve kararsızlıkla kimi zaman Sâsânîlerin, kimi zaman da Bizanslıların yanında yer almışlardır. Bununla birlikte, siyasi tahakküm, dinî tasallut ve ağır vergiler nedeniyle Ermeniler uzun süre huzurdan yoksun yaşamışlardır. Bütün bunların etkisiyle Ermeniler siyasi bir müttefike ihtiyaç duymuşlar ve bölgede yeni bir güç haline gelen Müslümanlarla anlaşmaya karar vermişlerdir. Ermenilerin bu tercihi, Bizans’ın kendilerinden nefret etmesinin ikinci sebebini teşkil etmiştir.

Bizans Dönemi Ermeni Sürgünleri ve Kıyımları

Daha önce Doğu’ya düzenlediği seferler sırasında Ermenileri öldürüp topraklarını yağmalayan Bizans, 653 yılında gerçekleşen Ermeni-Arap ittifakını parçalamaya çalıştı. İmparator II. Konstans Ermenilere bir elçi göndererek Araplardan uzak durmalarını istedi. Ancak Ermeniler, şimdiye kadar Rumlardan çeşitli işkenceler gördüklerini ileri sürerek ittifaktan ayrılmayacakları bildirdiler. Bunun üzerine Konstans 654 yılında 100 bin kişilik bir orduyla Ermeniler üzerine yürüdü. Tercan’daki 800 Ermeni aileyi Kuzey Afrika’ya sürdü. Bizans askerleri büyük bir katliam düzenlemek üzere iken İslam ordularının mukavemetiyle karşılaşınca İstanbul’a dönmek zorunda kaldılar. İmparator Justinianus (785-695) zamanında Ermeniler üzerine bir sefer daha düzenleyen Bizans, her tarafı tahrip ederek binlerce Arap ve Ermeni’yi katletti. Abbasiler zamanında Rumlar, Ermenileri Araplara karşı kışkırtarak onlardan koparmayı başarmış ve Anadolu’ya göç etmelerini sağlamıştı. Ancak, Ermeniler özlem duydukları düzen ve istikrara burada da kavuşamadıkları gibi, zaman zaman sürgün cezasına çarptırıldılar. IV. Konstantinus 794 yılında Anadolu’daki Ermenileri Sicilya’ya sürmüştür (İpek, 2003: 31-35). Rumların Ermenilere yönelik sürgün ve katliamları ilerleyen dönemlerde de devam etti. Örneğin Anı Kralı Hovhannes-Sımpat’ın 1040’ların başında ölmesinden sonra burayı ele geçirmek isteyen Bizans’a karşı çıkan Ermeniler bir kez daha kıyıma uğradılar. Bu hadiseden önce Bizans Anı’yı almak için birkaç kez ordu göndermiş, ancak başarılı olamamıştı. Tahttaki II. Gakik’in muhaliflerinden olup Bizans’la işbirliği yapan Sarkis adlı prensin planı gereği Gagik İstanbul’a çağrılarak Anı’yı teslim etmesi istenmişti. Gagik buna yanaşmayınca Kınalıada’ya sürülüp zincire vuruldu. Prens Sarkis Anı’yı Bizans ordusuna teslim ederken, yine onun ihbar ettiği binlerce Ermeni kılıçtan geçirildi (Dabağyan, 2007: 95-96).

İlkçağda Anadolu’ya gelen Rumlar başlangıçta Akdeniz ve Karadeniz kıyılarına yerleşmişler, daha sonra Roma İmparatorluğu’nun ayrıcalıklı unsuru haline gelmeleriyle birlikte iç kesimlere ve Kapadokya’ya dağılmışlardı. Bizans döneminde ayrıcalıkları devam eden Rumlar 10. yüzyıla kadar bu konumlarını korudular. Devlet güçlendikten sonra, Anadolu’yu denetim altında tutabilmek için Sivas’a ücretli askerler konuşlandırdı. Kuman, Uz, Bulgar ve Ermeni gibi unsurlardan meydana gelen ücretli askerler, Bizans’ın askerî tebaları arasında bulunan Sivas’a aileleriyle birlikte yerleşmişlerdi. Ermenilerin büyük kitleler halinde Sivas’a yerleşmeleri ise, Malazgirt’in Türkler tarafından fethinden yarım asır önce olmuştur. Çağrı Bey komutasındaki Türk akıncıları 1018 yılından itibaren Anadolu’nun doğusunda görülmeye başlayınca, Vaspuragan (Van)’daki Ermeni Prensi Senekerim Hovhannes, giderek artan Türk akınlarından gözü korktuğu ve İmparator II. Basileios’in güçlenmesinden dolayı tahtının sallantıda olduğunu düşündüğü için, 1021 yılında topraklarını Basileios’e terk ederek, 14.000 kişilik halkıyla Sivas ve civarına yerleşti. Senekerim burada Bizans’ın vassalı bir yönetim kurdu (Demir, 2005: 99-100).

Ancak Sivas’ın Türkler tarafından fethedilmesine kadar Ermeniler ne Senekerim zamanında ne de onun ölümünden sonra huzur görebilmişlerdir. Senekerim 1029’da ölünce yerine dört oğlundan David geçmiş, bunun da 1037’de ölmesi üzerine kardeşleri Atom ve Abusahl krallığı ortak idare etmeye başlamışlardı. Bizans, casusları vasıtasıyla Sivas’taki Ermeni prenslerini sürekli takip altında tutmakta ve onları ihbar etmeleri için casuslara yüksek tutarlarda para ödemekteydi. Nitekim 1041’de casuslardan biri İmparator IV. Mikhael’e tezviratta bulunarak Atom ve Abusahl’ın isyan etmekte olduklarına inandırdı. İhbarı değerlendiren İmparator, prensleri İstanbul’a getirmeleri için Sivas’a 15 bin asker gönderdi. Senekerim’in deneyimli subaylarından olup o tarihte Sivas’ta bulunan Şapuh, prenslere ayaklanmalarını ve Bizanslıları Sivas’tan kovmalarını önerdi. Ancak kardeşler, yaşlı komutan gibi duygusal hareket etmeyerek ve herhangi bir çatışmaya meydan vermeden İstanbul’a gittiler. İmparatora gözyaşı dökerek, bağlılıklarını bildirdiler. İmparator isyan söylentilerinin asılsız olduğunu anlayınca, prensleri tekrar Sivas’a geri gönderip iftiracıyı idam ettirdi (Grousset, 2005: 577-578). Senekerim’in çocukları hafiyelerin sıkı kontrolü altında bulunmalarına rağmen, kontrolün aksadığını hissettiklerinde Rumları öldürmek suretiyle intikam almışlardır. Bu arada Selçukluların 1064 yılında Anı’yı fethetmesi üzerine Kars Kralı Gagik, şehri ve bütün mülkünü Bizans’a bırakarak, emrindeki Ermenilerle birlikte Kapadokya’ya gelmişti. Atom ve Abusahl, idareyi büyük ölçüde Gagik’e devrederek, onu Ermeni prensi olarak tanıdılar.

Bu tarihlerde bölge Türkmenlerin kontrolü altında bulunmasına rağmen, Malazgirt savaşı öncesine kadar Türkler Sivas’ta kalıcı olmamışlar, bir başka deyişle Bizans askerî gücü Sivas’ta varlığını devam ettirmiştir. Bununla birlikte Bizans imparatorları Ermenileri baskı altında tutmayı sürdürmüşlerdir. İmparator X. Konstantinus Dukas (1059-1067), saltanatının son yıllarında Atom ve Abusahl’ı İstanbul’a getirtip Ortodoks geleneklerine göre vaftiz ettirmek istedi. Ancak kardeşler Gagik’e haber uçurup, Gagik de İstanbul’da imparatoru Ermeni mezhebinin esasları konusunda ikna edince vaftiz gerçekleşmedi (Mateos, 2000: 128-130).

İmparator IV. Romanos Diogenes, Selçukluları ortadan kaldırmak ve Anadolu’yu Türklerden arındırmak düşüncesiyle Malazgirt seferine giderken 1071 Mart’ında Sivas’a geldiğinde Atom ve Abusahl onu kalabalık bir maiyetle karşılayıp saygılarını sunmuşlardı. Ancak, şehirdeki Rumların şikâyeti üzerine İmparator’dan beklemedikleri bir tepkiyle karşılaştılar. Rumlar, Ermenilerin kendilerine saldırdıklarını, kiliselerini yağmaladıklarını ve Türk Beyi Elbasan’a yenildikleri savaşta Türklerden daha fazla fenalık yaptıklarını ileri sürdüler. İftiraya inanan Diogenes Selçuklu ordusunu yendikten sonra, Ermenileri bölgeden sürüp Lusavoriçagan mezhebini kaldıracağı tehdidini savurarak yemin etti. Bir yandan da askerlerine emir vererek, şehri yağmalamalarını istedi. Sivas’a acımasızca saldıran, şehirde büyük bir yağma ve talan başlatan Bizans askerleri, yerli Rumların huzurunda ant içerek, Sivas dolaylarında bir tek Ermeni’yi sağ bırakmayacaklarına söz verdiler. İmparator Diogenes, Rumların yalanlarına inanmaması konusunda kendisini uyaran Roma ricali ve ileri gelenleri sayesinde teskin edilebildi. Bununla birlikte Atom ile Abusahl’ı şehirden kovarak gözden düşürdü. Yağma sırasında pek çok Ermeni’nin kanı akmış, Sivas mateme boğulmuştu. Faciayı öğrenen manastır rahipleri, İmparator’a lanet okuyup, gittiği yoldan geri dönememesi ve zalim Julien gibi mahvolması yönünde beddua etmişlerdi (Mateos, 2000: 141). Nitekim Diogenes, Malazgirt’te Türklerin önünde diz çöktüğü için yeminini asla yerine getirememiştir. Öte yandan, her şeye rağmen Bizans ordusunda Türklere karşı saf tutan Ermeni komutan ve askerlerin imparatora olan nefretlerinden bir şey eksilmemişti. Gerçekten de muharebe meydanını ilk terk edenler Ermeniler olmuştu. Malazgirt yenilgisi üzerine eğilen araştırmacılar, Türklerin Kapadokya bölgesinde Sivas’ı ve birçok şehri savaşmadan ele geçirerek Marmara kıyılarına dayanmalarını, Bizans’ın yanlış stratejilerine ve Sivas faciasına bağlamışlar; Türk ilerleyişine karşı en önemli siper vazifesini gören Ermeni kral ve askerlerinin Bizans eliyle buradan kaldırılması sonucunda Müslümanların önünün açıldığını ileri sürmüşlerdir (Tezcan, 2006: 134).

Zaferden sonra Türk akınları Malazgirt’in batısına yöneldi. Ermeni prensleri Atom ve Abusahl bölgede bir süre daha etkinliklerini sürdürdülerse de, Türklere karşı direnmekte zorlandıkları için güneye, Develi taraflarına çekildiler. Kapadokya’da bir Ermeni krallığının varlığına öteden beri karşı olan Rumlar, prenslerin bu acziyetinden yararlanarak 1080’de Gagik’i, bir yıl sonra da Atom ile Abusahl’i öldürdüler. Başsız kalan şehir, İmparator III. Nikephoros tarafından Bizans devletine ilhak edildi. Böylece 1021 yılında başlayan Sivas’taki Ermeni yönetimi altmış yıl sürdükten sonra sona ermiş oldu. Bu yıllar aynı zamanda Sivas’ın Selçuklular tarafından kesin olarak fethedildiği tarihe rastlamaktadır. Bizans imparatorunun Rumların iftiralarından yola çıkarak Ermenileri toplu şekilde öldürmesi, prenslerinin katline sessiz kalması gibi dışlayıcı politikalar karşısında yalnızlaşan ve nüfusları ciddî biçimde azalan Ermenilerden hayatta kalabilenler, bölgenin yeni siyasi aktörü Türklerin adil ve barışçı idaresine sığınmışlardır. Bu yakınlaşma, bölgenin Türkler tarafından fethinin kolaylaştırıcı bir rol oynamıştır.

Ermenilerle Rumlar arasında genellikle mezhep farklılığının körüklediği anlaşmazlıklar Osmanlı idaresinde de devam etmiştir. Bunlardan biri 1849 yılında meydana geldi. Sarışeyh Mahallesi’nde ölen bir dindaşlarını kilise avlusundaki mezarlığa defnetmek isteyen Rumlar, bir grup Ermeni’nin saldırısına uğradı. Grup, “burada sizin mezarlığınız yoktur” diyerek, mezarları tahrip etti, cesetleri dışarıya çıkardı ve mezarlığı zapta kalkıştı. Sivas Valisi Abbas Paşa’nın yaptırdığı soruşturma neticesinde, Ermenilerin bu baskını piskoposlarından aldıkları talimatla gerçekleştirdikleri ortaya çıkmıştı. Neticede gayriahlaki saldırının haksızlığına hükmedilmişti (BOA, BEO, A. MKT, 226/11). Mezarlık krizi 1880 yılında yeniden zuhur etti. Mezarlığın ortasında bulunan kiliselerini tamir etmek için hükümetten izin alan Rumlar inşaat sırasında sınırı tecavüz edince, Ermeniler valiliğe başvurarak bunun önlenmesini istemişlerdi. Vali İsmail Hakkı Paşa konuyu yargıya havale edip inşaatı durdurdu. Hadise resmî seyrinde gelişmiş ve en ufak bir çatışma yaşanmamış olmasına rağmen, bazı gazeteler farklı duyurdu. Genellikle Bâbıâli’nin politikalarına uyumlu yayın yaptığı halde Ermeni çıkarları söz konusu olduğunda hükümet ve müslümanlar aleyhinde neşriyattan geri durmayan Fransızca yayımlanan Stamboul gazetesi, Sivas’ta Ermenilerle Rumlar arasında mezarlık yüzünden karışıklık çıktığını, Ermenilerin direnişine rağmen Rumların mezarlığı zorla ele geçirdiklerini yazdı. Sivas vilayet gazetesi, haberi, “İki millet beyninde ednâ mertebe bir hareket ve nümâyiş bile vuku bulmamış ve ne Rumlar cebren kabristanı taarruza kıyam eylemişler ve ne de Ermeniler fiilen mukâvemete ibtidâr etmiştir” şeklinde yalanlarken, bu tür neşriyatın ahali arasındaki dostluğu bozamayacağını vurgulu biçimde ifade etmiştir (Sivas, nr. 43, 9 Safer 1298). Asırlar boyunca Ermenilere katliam dâhil birçok kötülüğü reva gören zihniyetin, 1880 döneminde aynı toplumun haklarının savunuculuğuna soyunmasının sırrı, sürecin hassasiyetinde gizlidir.

Kaynakça

Dabağyan, Levon Panos (2007), Emperyalistler Kıskacında Ermeni Tehciri, İstanbul.

Demir, Mustafa (2005), Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri, Adapazarı.

Grousset, René (2005), Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi, çev. S. Dolanoğlu, İstanbul.

İpek, Ali (2003), “Ermenilere Rum Mezalimi”, Dünden Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri, ed. İ. Bal-M. Çufalı, Ankara, s. 31-38

Tezcan, Mehmet (2006), “XI. Yy Başlarında Ermenilerin Doğu Roma Tarafından Bölgeye Göçürülmesi ve Selçuklu Fethi Döneminde Sivas”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas, s. 121-140.

Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), (2000), çev. H. D. Andreasyan, Ankara.[:en]

Dabağyan, Levon Panos (2007), Emperyalistler Kıskacında Ermeni Tehciri, İstanbul.

Demir, Mustafa (2005), Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri, Adapazarı.

Grousset, René (2005), Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi, çev. S. Dolanoğlu, İstanbul.

İpek, Ali (2003), “Ermenilere Rum Mezalimi”, Dünden Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri, ed. İ. Bal-M. Çufalı, Ankara, s. 31-38

Tezcan, Mehmet (2006), “XI. Yy Başlarında Ermenilerin Doğu Roma Tarafından Bölgeye Göçürülmesi ve Selçuklu Fethi Döneminde Sivas”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas, s. 121-140.

Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), (2000), çev. H. D. Andreasyan, Ankara.

© 2024 - Marmara Üniversitesi