Osmanlı Devleti’nde matbaacılığın hikâyesi çeşitli kısımlar hâlinde yazılmış ise de bir bütün hâlinde henüz ortaya konulmamıştır. Halbuki bu hikâyenin çok cazip ve hâlen çok meçhûl sayfaları bulunmaktadır. Bu hikâyenin en cazip sayfaları bilhassa matbaacılığımızda yaptıklarıyla dikkati çeken Ermeni vatandaşlarımızın bu yeni meslek vadisindeki icraatlarıdır.
Matbaanın Osmanlı hudutları dahiline girişi (Beydilli, 2003, s. 105-110) Avrupa’da yaygınlaşmasından az bir müddet sonra gerçekleştirilmiş ve bu âletin bizatihî kendisine, hususî bir şekilde, devletin muhalefeti bahis mevzuu olmamıştır. Muhalefet gibi takdim edilen hâdiselerin daha etraflı bir şekilde yorumlanması gerektiği açıktır.
Kısaca icadının üzerinden yarım asır bile geçmeden hudutların içine girişine müsaade edilmiş ve ve ilk olarak 1494 senesinde Yahudiler tarafından kullanılmaya başlanmıştır (Galanti, 1947, s. 100). Daha sonra Ermeni (1567) matbaası (Gerçek, 1939, s. 28- 29) ve 17. asırda, 1627 senesinde, Rum matbaaları (Moschopoulos, 1931, s. 30) İstanbul’da açılmıştı. Bu arada 1610 senesinden itibaren Lübnan’da Maruni keşişleri tarafından Mezamir (Psautier) basıldığı hakkında da bilgi bulunmaktadır. Yine Suriye’de, bilhassa 1706 senesinden itibaren hızlanan bir matbaacılık faaliyeti olduğu, geniş bir şekilde, Wahid Gdoura tarafından ortaya konulmuştur (Dupont, 1985, s. 60-62).
1727 senesinde, Müteferrika Matbaasının kurulmasıyla matbaacılık sahasına Türkler de girmiş oldu ve böylece devletin bir bakıma bütün tebaası bu sahada faaliyette bulunmağa başladı.
İstanbul’da Ermeni matbaacılığının ilk ismi olan Tokatlı Apkar’ın 1567 senesinde başlayan çalışmaları bu yeni sanatın ilk ürünlerini vermiş ve İstanbul’da basılmış ilk beş kitap matbuat âleminde zuhur etmişti (Kévorkian, 1999, s.174). Bundan yirmi sene sonra matbaasını Roma ve Venedik’ten sonra İstanbul’a taşıyan rahip Yovhannes Ankivrac, çok hususî siyasî ve teknik şartlardan dolayı bir basma faaliyetinde bulunamamıştır (Kevorkian, 1999, s. 174). Ancak bundan sonra Osmanlı matbaacılığında Ermeniler gittikçe artan derecede bir mevki kazanmışlardır.
Abkar’dan tam yüz on sene sonra Ermeni matbaacılarının ikincisi olarak zikredilen isim, ilk defa 1677 senesinde matbaasını açan tarih ve coğrafya âlimlerden Eremya Çelebi Kömürciyan (1635-1695) olmuştur. 1677-1678 senelerinde çalışan bu matbaa uzun ömürlü olmamış ve sadece iki kitabın basılmasını gerçekleştirmiştir (Teotig, 2012, s.74). Ancak, bu başlangıç artık hiç mola vermeyen ve gittikçe artan bir hızla matbaacılık gibi yeni mesleğin temellerini atmış ve tekâmülünü başlatmıştır.
Matbaacılığın üçüncü ismi Merzifonlu Kirkor olarak tespit edilmiştir. Eremya Çelebi Kömürciyan’dan kalan matbaa âlet ve harfleri ile işe başlamış ve matbaacılığı deneme yoluyla ve sebatla öğrenen Kirkor ilk kitabını 1698’de basmaya muvaffak olmuştur (Teotig, 2012, s. 74-76). 17. asırda İstanbul’da 80 bin civarında Ermeni nüfus bulunuyordu ve şehir Ermeni yayıncılığının ve matbaacılığının bir merkezi hâline gelmişti (Kévorkian, s.176-179). Bu asrın başlarında Sulumanastır rahiplerinden Haçadur’un Ermeni matbaalarının kapatılmasına sebep, yani Katolik propagandası olan kitaplar bastırması matbaacılığı muvakkat bir şekilde sekteye uğratmış fakat gelişmesini durdurmamıştı. İfade edildiğine göre Sultan II. Mustafa’nın saltanatında (1695-1703) 1701 senesi Temmuz ve Ağustos aylarında “ İstanbul’da Galata’da iki mahâlde ve Valîde Hanın’nda bazı müfsidler yeni basma peyda ve Ermeni taifesinin kitapların tağyir ve yeniden bazı ilhak ile basma peyda idüb Ermeni taifesinin arasına yayup ihtilâl ve tefrikaya bais fesad ve habasetleri zahir olmağla” buna cesaret edenlerin yakalanması Âsitâne kaymakamına yazılmış (Temmuz 1701) bunun müsebbebi olan rahip Haçadur yakalanmış ise de firar etmiş ve bunun üzerine Valde ve Vezir hanlarında ve sair yerlerde bu misüllü kitap basmacılarının araştırıp bi’l-külliye âletlerinin yakılması ve kâr-hânelerinin iptali, Sadâret Kaymakamına, emredilmişti (Altınay, 1930, s. 32-33).
18. asır boyunca da Ermeni matbaaları çoğalmaya devam etmişti. İfade edildiğine göre 1696 ve 1701 senelerinde İstanbul’da kendiliğinden dört matbaa kurulmuştu ve bundan sonra bu matbaalar tarafından küçümsenemeyecek miktarda kitap basılmıştı (Kevorkian, 1989, s.21-29). İstanbul’a 1787 senesinde gelen Giambattista Toderini, “ Yahudi ve Ermeni matbaaları bugün de açıktır ve kitap basmaya devam etmektedirler” demekte ve çalışmaları hususunda herhangi bir müşkilâta işaret etmemektedir. (Toderini, s. 244)
Ermeni matbaalarının kuruluşları ve sahipleri hakkında ilk defa 1912 senesinde Ermenice basılan ve son zamanlarda tercümesi yayımlanan bir kitap (Teotig, Ermeni Matbaacılık Tarihi, s. 76-172) geniş bir bilgi temin etmektedir. Bu kitapta İstanbul’da 1912 senesine kadar kurulan matbaalar ve başka Türkçe mehazlarda bulunmayan bilgiler de yer almaktadır. Bunun yanı sıra İzmir’de bulunan Ermeni matbaaları hakkında da etraflı bilgi verilmiştir.
Sultan Abdülaziz ve Abdülhamid devirlerinde İstanbul’da matbaacılığın çok inkişaf ettiğini söylemek gerekiyor. Zaten Osmanlı devrinde matbaanın hiçbir zaman bir tehlikeli âlet olarak görülmediği açıktır. Ancak halk için bir ihtiyaç hâline gelmediği de muhakkaktır. Osmanlı devletinde matbaacılık ancak, III. Selim devrinin ıslahat hareketinde önce devlet için bir ihtiyaç hâline gelmiş ve 19. asırda bu ihtiyacın şiddeti, bilhassa bürokrasinin ve maarifin zorlamasıyla artmıştır.
Sultan Aziz devrinde matbaaların maarif için gerekli bir âlet olarak görülmesi ve kitapçılığın inkişafını için temin için her türlü matbaa makineleri ve malzemelerinin serbestçe ithâli bakımından bir yasak olmadığına dikkati çekmek gerekir. Ancak siyasî ve kanunî birtakım hudutların içinde kalınmasının teminine dikkat edildiği muhakkak ve tabiîdir. Bu bakımdan matbuatın gelişmesi ile beraber matbuatın mevzuatı da gelişmiştir. Abdülaziz’le birlikte bir bakıma matbaacılığın gelişmesinde hızlı bir devrin başladığı söylenebilir. Esasen Sultan Abdülaziz devrine gelindiğinde artık hiç değilse resmî nokta-i nazardan matbaanın gereği şüphesiz bir şekilde kabul ediliyordu.
Osmanlı tebaasından Ermenilere verilen matbaa açma ruhsatları için önce Maarif Nezareti’nde kendilerinden kefil isteniyor ve bundan sonra vaziyet Zabtiye Nezareti’ne bildiriliyor ve şahsın güvenilir olup olmadığının araştırılması isteniyordu. Bu bakımdan Zabtiye Nezareti ayniyat defterlerinden nakledilen vesikaların bu nezarete Maarif Nezareti tarafından yazılan tahrirat olduğu nazar-ı itibara alınmalıdır.
Bu arada ifade edilmesi gereken bir mesele ise matbaa açmak için verilen ruhsata istinaden ve başka bir izin alınmaksızın gazete veya mecmua çıkarılamadığı hususudur (BOA-Maarif Ayniyat Defteri, Nu. 1070, sıra nu. 189).
19. asırda matbaa açmak isteyen Ermeni unsuruna mensup vatandaşların istidaları ve kendilerine ruhsat verilmesi muamelelerine ait Osmanlı Arşivi Zaptiye Ayniyat Defterlerinde çok sayıda kayıt mevcuttur.
Bu devirde İstanbul’da matbaacılığın coğrafyası da dikkate değer bir keyfiyettir. Bu coğrafya günümüzde âdeta ortadan kalkmış gibidir. Matbaacılığın merkez mekânı Bâbıâlî yani sonradan Ankara Caddesi ismini alan cadde olarak görülmektedir. Nitekim yakın zamana kadar Bâbıâlî matbuatın, kitapçılığın ve gazeteciliğin alemi olarak zikredilmiştir (Stauss, 1993, s. 5-17). Abdülhamid devrinden önce matbuatın basma ve satma işleri Beyazıd’da Simkeşhane, Çakmakçılar Yokuşunda Sümbüllü Han ve Valde Hanı ve yine Eminönü’ndeki Valde Hanı ve Çemberlitaş’taki Vezir Hanı gibi mekânlarda yapılıyordu (Freely, 2014, s. 73-86).
Gazeteler ise Çemberlitaş Hamamı yanındaki Tömbekici İranlı Celil Ağa, Bahçekapısı’nda Şekerci Hacıbekir karşısındaki Tömbekici Hasan Ağa ve Okçularbaşı’ndaki Sarafim Kıraathanesi’nde satılır ve bilhassa bu kıraathanede bütün gazeteler ve koleksiyonları bulunurdu. Tömbekici Hasan Ağa, rivayete göre, bitişik binada basılan Tercüman-ı Ahvâl gazetesini merdivenden usulca alır gizlice satarmış. Bu ilk samanlarda müvezzi pek bulunmaz ve olanlar da sopalı, bıçaklı ve lobutlu softalar tarafından dövülürmüş.
Kitapçılara gelince; hiçbirinde köhne kitaplardan gayrısı bulunmayan Beyazıd’daki Bedesten sırtındaki sahaflar ve Kaşıkçılar Kapısı’ndaki sıra dükkanlarda mekân edinmişlerdi. Bâbıâlî’deki Tan Yurdu o zamanlar Mihran’ın 1881’de açtığı matbaasının ve Sabah gazetesinin binası idi. Yeni Postahane’ye giden Eski Zabtiye Caddesi üzerinde Ahmet İhsan’ın Ebussuud Sokağı’ndan taşıdığı Alem Matbaası vardı. Buradan yokuşun başına, kahvenin olduğu köşeye ve buradan da Sultan Mahmud türbesindeki binasına taşınmıştı. Biraz ileride Tüccarzade İbrahim Hilmi’nin Kütüphane-i İslâm ve Askerî’si, Ebussuud Sokağı’nda sağdan üçüncü kapıda Ahmet Midhat’ın Kırkambar ismiyle kurduğu ve sonra kardeşi Mehmet Cevdet’e terk ettiği Tercüman-ı Hakikat Matbaası, yine aynı sokakta Ahter ve Mahmud Bey (sonra Resimli Ay Matbaası) matbaaları bulunuyordu. Ana cadde üzerinde Kanaat Kütüphanesi’nin yerinde Karabet’in Mektep Kütüphanesi bulunuyordu. Bâbıâlî caddesi üzerindeki Reşit Efendi Hanı’nda Ahmet Cevdet’in İkdam Matbaası ve idarehanesi. Sırada Kaspar’ın matbaası ve Kanaatçi İlyas’ın (Bayar) hücre misâli dükkâncığı vardı. Yine aynı cadde üzerindeki Orhan Bey Hanı’nda Baba Tahir’in Malûmat Matbaası ve idarehanesi (Şimdi Vakit Yurdu olan bu mülkün sahibi Sikkezenbaşı Yusuf Paşa’nın torunlarından Orhan Bey’dir), daha yukarıda Kitapçı Parsih (Afitab’ın bulunduğu dükkân), biraz ötede Kitapçı Arakel (Tozlıyan- şimdi Maarif Kitaphanesi ) ve köşebaşında Kirkor’un Asır Matbaası ve Kütüphanesi vardı. Kitapçı Gayret Kütüphanesi sahibi Garbis (Fikri) bu dükkânda çıraklık yapmıştı. Sonradan Adalar iskelesinde Bahriye, İştaynbruh birahanesi karşısında İzmir kitap salonunun, sonra Agop’tan satın aldığı marifet ve nihayet aktar Yorgaki’den devraldığı ve adını Gayret koyduğu kitaphaneleri kırk seneden beri işletip durmaktadır. Kendisi Fecriâtîcilerin de gözbebeği idi. Onların Çiftesaraylar arsası civarında kiraladıkları konaklarındaki toplantılarda yanlarından eksik olmazdı. Nuri Efendi’nin günlük Saadet, Filip’in Tarik ve bir zamanki Ceride-i Havadis gazetelerinin matbaaları ve idarehaneleri caddeden sola kıvrılan ve Şengül Hamamı’na ulaşan Fatma Sultan Sokağı’ndaki Tomruk dairelerinde idi (Alus, 1943, s. 3).
II. Abdülhamid devrinde matbaa makinelerinin ve âletlerinin, matbaacılığın ilk inkişaf devresinde, ithal gümrük vergisinden muaf tutulması esastı ve bu sık sık gümrük memurlarına hatırlatılıyordu: ( Mevadd-ı Mühimme-ı Rüsumiyeyi Mutazammın Gümrük Memurlarına Yazılan Muharrerât-ı Umumiye, (ty), C.3, s. 516) Bu yolda daha sonra da gümrük kapılarına emirler yazılmıştır ki, matbaacılığın himayesini göstermesi bakımından çok mühimdir:
Bu meselede en küçük bir tereddüdün de izalesine çalışılmakta ve gümrük kapılarına yeni emirler gönderilmektedir. Matbaalara tanınan gümrük resmi muafiyeti matbaacılığın ve matbaa âlet ve edevâtının imâlinin belli derecede tekâmül etmesi üzerine daha sonra kaldırılmış ve bu durum gümrük kapılarına açık bir şekilde tamim edilmiştir. Ancak matbaacılara verilen destek, yâni âtiye ve ihsanların devam ettiği gözden uzak tutulmamalı ve unutulmamalıdır.
Bu bakımdan dikkate alınması gereken başka bir husus ise matbaa sahiplerine verilen âtiye ve ihsanların çok büyük bir meblâğ tutmasıydı. Bu devrin henüz bir asgarî bir tedkikinin bile yapılmamış olduğu ve tabiî Sultan Abdülhamid’in siyasî yasakları ışığında ve çok yanlış bir mantıkla değerlendirilmesidir. Sadece Türk matbaacılara değil diğer unsurlardan matbaacılara herhangi bir tefrik yapmadan ihsanda bulunulduğuna dair Osmanlı vesikalarının bolluğu ve diğer yandan bu meselede yapılan fâhiş yanlışların çokluğunu anlamak ve mânâlandırmak mümkün değildir. Her şeyden önce II. Abdulhamid devrinde matbaa izni ile ilgili çok sayıda kayıt mevcuttur. (Ör. BOA-DH. MKT, Nezaret Genel Kalemleri Defterleri, nu. 201, s.143)
22 Ocak 1888’de çıkarılan Nizam-nâme-i Cedid (Ceride-i Mehakim, Nu. 429 (13 Cemaziye’l-evvel 1305) gereği yapılan matbaa teftişleri esnasında matbaalar yeniden tespit ve ruhsatları tecdid edilmeye başlanmasıyla matbaacılığın umumî manzarası da tespit edilmiş ve ortaya çıkmıştı. Bunu takiben ortaya matbaacılık hakkında kıymetli ve daha teferruatlı bilgiler arşive girmiş oluyordu. Bu yeni tespitte matbaacıların ikamet adresleri, tabiiyetleri, matbaanın adresi ve hangi şekilde ve lisanda kitap basabildiği ve tesis tarihleri tespit edilmişti. Bu ruhsat tecdidi vesilesiyle İstanbul’da bulunan matbaaların tahriri gerçekleştirilmiş ve ortaya kıymetli bilgiler ve bir bakıma matbaacılığın büyük resmi, hiç değilse İstanbul için, çekilmiş oluyordu. Bundan sonra matbaacılar birer ikişer istida vererek ruhsatlarının tecdidini talep etmeye başlamışlardı. İlk müracaat edenler arasında Mihran Papazyan, Karabet Büberyan, Agop Matyosyan, Artin Asadoryan, Alaksandr Ruztemız Maridis, Eksenefon Teodoridis ve Ohannes Civelekyan (5 Nisan 1895) olmuştu (BOA-DH.MKT, dosya nu. 359, gömlek nu. 20).
II. Meşrutiyet’in ilânından önce basılan son Salname’de (1326 Hicrî, s 1054-1058) devlete ve başta Türkler olmak üzere çeşitli unsurlara ait yekûn itibariyle 98 matbaanın ismi verilmektedir. Bunlardan, isimlerinden anlaşıldığına göre 36 adedi Ermeni vatandaşlarına, diğer 62 matbaa ise Ermeniler dışındaki bütün nüfusa aittir. Sırasıyla matbaaların isimleri, mahâlleri, sahib-i imtiyazları ve tarih-i küşâdları Salname’de ayrıntılı şekilde yazılıdır.
Bu listeye göre İstanbul’daki matbaaların yüzde 36.73 nisbetindeki kısmının sahibi Ermeni unsuruna mensup Osmanlı vatandaşlarıdır ki, bu çok mühim bir ağırlık demektir. Bu bakımdan üzerinde durulması gereken bir vak’adır. 1914 nüfus sayımında İstanbul nüfusu 909.978; Ermeni nüfusu ise 84.093 idi. Bu duruma göre 2336 Ermeni başına bir matbaa isabet ediyordu. Nüfusun geri kalan 825.885 kişiye ise 62 matbaa ve 13.321 kişi kişiye bir matbaa düşüyordu (Uras, 1950, s. 143).
Türk matbaacılığına Ermeni unsurundan tebaanın büyük katkıları olduğu açıktır. Bu vesile ile yapılabilecek yorumlar şöyle sıralanabilir:
Netice itibariyle Türk matbaacılığında Ermeni unsurundan matbaacılarının ve matbuatının ve bilhassa Ermeni harfli Türkçe ile basılan bütün metinlerinin araştırılması tarihçiliğimizin yeni bir istikameti, yolu ve ihtiyacı olarak dikkati çekmektedir. Bu, aynı zamanda dünkü tebaamıza da düşen bir vazifedir ve tarihin arızî bir devresine saplanıp kalmamanın bir reçetesidir.
Ahmet İhsan (1908), Matbuat Hatıralarım 1888-1923, İstanbul, 1931, İkinci Cilt
Altınay, Ahmet Refik (1931), Hicrî On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), İstanbul, 1930, Altınay Ahmet Refik, Eski İstanbul, İstanbul
Arsen, Yarman (2012), Ermeni Yazılı Kültürü İstanbul,
Beydilli, Kemal (2003), “Matbaa”, TDV. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, C. 28
Birinci, Ali (2001), Tarihin Gölgesinde, İstanbul
Brendan Freely-John Freely (2014), Galata, Pera, Beyoğlu: Bir Biyografi (Çev. Yelda Türedi), İstanbul
Ceride-i Mehakim, Nu. 429 (13 Cemaziye’l-evvel 1305)
Derman, Uğur (1980), ‘’Yazı san’atının Eski matbaacılığımıza akisleri’’, Basım ve Yayıncılığımızın 250. Yılı, Ankara
Enis Tahsin Til (2004), Gazeteler ve Gazeteciler(Haz. İbrahim Şahin), Ankara
Eremya Çelebi Kömürciyan (1988), İstanbul Tarihi ( Tercüme ve tahşiye eden: Hrand D. Andreasyan- Yeni notlarla yayıma hazırlayan: Kevork Pamukciyan), İstanbul
Ertuğ, Hasan Refik (Hasan Refik), Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, İstanbul, C.I
Erzi Adnan, Basım (1951), Türk Ansiklopedisi, Ankara, C.V
Esat Uras (1950), Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara
Fevzi, Osman (1925), Tarihçe-i Tıbaat, İstanbul
Galanti, Avram (1947), Türkler ve Yahudiler, İstanbul
Gerçek, Selim Nüzhet (1939), Türk Matbaacılığı, İstanbul
Giambattista Toderini (2012), Türklerin Yazılı Kültürü (Çev. Ali Berktay), İstanbul
Johann Stauss (1993), “İstanbul’da kitap yayını ve basımevleri (Çev. Erol Üyepazarcı), Müteferrika, Sayı. 1
Kasbaryan Arsdakes (1311), Mecma-ı Lâhika-i Kavanin, İstanbul
Kevork Pamukciyan (2003), Biyografileriyle Ermeniler, İstanbul
Kévorkian (1987), Les İmprimés Arméniens de XVIe Et XVIIe Siècles, Paris
Kévorkian (1989), Les İmprimés Arméniens 1701-1850, Paris
Kévorkian, Raymond H. (1999), « Le Livre imprimé en milieu arménien ottoman aux XVI’e siècles”, Livres et Lecturedans le monde ottoman, Paris
Melih, Artel (1954), İstanbul Hanları Adres Defteri, İstanbul, ,
Nicéphore, Moschopoulos (1931), La Presse Dans La RenaisssanceBalkanique, Athènes
Osman Ergin (1937, Muallim M. Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, İstanbul, Eki. Tarih Lügati,
Pamukciyan Kevork, Biyografileriyle Ermeniler, s. 273
Pars Tuğlacı (1991), “Osmanlı Türkiyesi’nde Ermeni Matbaacılığı ve Ermenilerin Türk Matbaacılığına katkısı”, Tarih ve Toplum, Sayı. 86
Paul, Dupont (1854), Histoire de L’İmprimerie, Paris, C. 1,
Rh. Y.G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, İstanbul, 1953
Sermet Muhtar, Alus (14 Mart 1943), “Bâbıâlî Caddesinde”. Yeni Sabah, Nu. 1727
Server İskit (1939, Türkiye’de Matbuat Rejimleri, İstanbul
Teotig (2012), Ermeni Matbaacılık Tarihi (Çev. Sirvart Malhasyan-Arlet İncidüzen), İstanbul,
Tonguç Faik (1960), Birinci Cihan Harbinde Bir Yedek Subayın Hatıraları, Ankara
Vağarşag, Seropyan (1994), ‘’Ermeni basımevleri’’, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C.3
Wahid Gdoura, Le Début de l’İmprimerieArabe à İstanbul et en Syrie: Evolution de l’Environnement Culturel ( 1706- 1787), Tunis, 1985