Ermeniler, Doğu Anadolu’da gerçekleştirdikleri terör faaliyetlerinin Avrupa’da yeteri kadar ses getirmediğini görünce İstanbul’da eylem yapmaya karar verdiler.
Bu eylemlerden ilki, 28 Temmuz 1890 tarihinde Kumkapı’daki Ermeni Patrikhanesi ve Kilisesinin basılması hadisesidir. Eylemi Hınçak komitesi düzenlemişti. Buna göre Patrikhane Kilisesindeki ayin sırasında bildiri okunacak, diğer taraftan örgüt elebaşısı Cangülyan, Patrik Aşıkyan’ı Padişaha isteklerini sunmak üzere Saray’a götürecekti. Hazırlıklar tamamlandı. 28 Temmuz günü örgüt elemanları ve çeşitli vilayetlerden getirilen militanlar, Patrikhane yanındaki kilisede toplandılar. Bir süre sonra ayini idare etmek üzere Patrik Aşıkyan da kiliseye geldi. Olayları yakından izlemiş bir emniyet mensubunun raporunda belirttiğine göre, Patrik konuşurken kilisede bir el silah atıldı ve bir anda büyük bir kargaşa meydana geldi. Bu arada bir örgüt elemanı önceden hazırlanmış bildiri metnini okumaya çalışıyordu. Patriğin adamları silahlarını çekerek Aşıkyan’ı Patrikhane’ye kaçırdılar. Fakat örgüt elemanları bu defa da Patrikhane’yi basıp silahlarıyla ateşe başladılar. Saldırı sonucu Patrikhane büyük tahribata uğradı. Eylemciler Aşıkyan’ı zorla bir arabaya bindirerek saraya götürmeye çalışıyorlardı. Bu arada komiteciler “Yaşasın Ermeni milleti, yaşasın Ermenistan” şeklinde bağırmaktaydılar. Hadise haber alınınca güvenlik güçleri arabayı kuşattı. Eylemciler silahla karşılık verince çatışma çıktı. İki eylemci hayatını kaybetti. Yedisi ağır olmak üzere 17 asker yaralandı. Örgüt elemanlarından birçoğu ele geçirildi.
Yapılan yargılama sonucunda elebaşı olduğu tespit edilen Vanlı Artin Cangülyan idama mahkûm edildi. Sivaslı Artin Vateryan, Sivaslı Nezaret ve Rum Nikola ise 15’er sene kalebentliğe mahkûm oldular. Bunların yanında Erzincanlı Karabet, Kumkapılı Hacik, Baltacı Avadis, Kütahyalı Baron ve Kayseri Rumlarından Yuvan beşer sene mahkûmiyet cezası aldılar.
Cezalar onay için Padişaha sunulduğunda, II. Abdülhamid bir irade ile idam kararını müebbede çevirip diğer cezaları onayladı. Padişah, iradesinde, vatandaşlardan bir kısmını devlet aleyhine isyana teşvik etmek ve ülkenin bir parçasını bölmek için teşebbüse girişmenin cezasının idam olmasının tabii olduğunu belirterek, bir defalık olmak üzere bu cezayı affettiğini ifade etmişti. Bununla beraber Padişah, bundan sonra bu tür girişimlere müsamaha gösterilmemesi konusunda kesin emir vermişti.
Kumkapı olayının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Ermeniler Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde isyan girişimlerini sürdürdüler. Bu arada Patrikliğe Mateos İzmirliyan gelmişti. Yeni Patrik, Ermeni örgütleri ile işbirliği yapıyor ve onların eylemlerini destekliyordu. Gerek Batılı devlet adamları, gerekse gazeteciler ile temas kuruyor ve onlara “amaçlarına ulaşabilmek için bütün araçlara müracaat ederek savaşacaklarını, bu arada bazı suçsuz kimselerin zarar görmesinin de önemli olmadığını” söylüyordu.
İşte bu düşünce doğrultusunda Bâbıâli gösterisi düzenlendi. Buna göre Ermeniler toplu halde hükümet merkezi olan Bâbıâli’ye yürüyerek taleplerini ortaya koyan bir dilekçeyi hükümete vereceklerdi. Bu dilekçede Osmanlı hükümeti Ermenilere baskı ve zulüm yapmakla suçlanıyor, ayrıca Doğu vilayetlerinde Kürtlerin ve Türk askerlerinin kendilerine yaptıklarını iddia ettikleri saldırıların durdurulmasını istiyorlardı. Ermeniler bu eylemlerinde destek olmak üzere İngiliz donanmasının da İstanbul’a geleceği beklentisi içinde idiler.
Zaptiye Nazırı Nazım Paşa, Hınçak örgütünce gerçekleştirilecek bu gösteriyi haber alınca bir rapor hazırlayarak hükümeti uyarmıştı. Nazım Paşa, İzmirliyan’ın göreve gelmesinden sonra Patrikhane’nin Ermeni örgütlerine yönelik tavrının değiştiğini, Patriğin, devlete sadık Patrikhane memurlarını birer bahane ile işlerinden uzaklaştırarak yerlerine militanları yerleştirdiğini, o ana kadar Patrikhane’de yabancılarla haberleşmeye mahsus bir büro yok iken, böyle bir büro kurulmuş olduğunu belirtmişti. Zaptiye Nazırı, ayrıca başta İngiltere olmak üzere Rusya ve Fransa’nın Ermeniler üzerindeki kışkırtıcı rolüne dikkat çekmiş, bütün bu olup bitenlerin sonucu yakın zamanda İstanbul’da büyük bir terör olayının meydana gelebileceğini belirtmişti. Nazıra göre, toplu halde Bâbıâli’ye yürümeye hazırlanan Ermeniler, güvenlik güçlerinin alacağı tedbirlere karşı koyarak karşılıklı bir çatışma çıkarmayı planlıyorlardı. Hatta Müslüman halkın da işe karışacağını hesaplayarak, bu durumda çatışmanın çok daha fazla büyüyüp yaygınlaşacağını düşünüyorlardı. Eğer bu planları gerçekleşirse Batı ülkelerine, Osmanlı Devleti’nin başkentinde Ermenilerin katliama uğratıldıkları tarzında bir mesaj verebileceklerdi. Zaptiye Nazırı, böyle bir durumda göstericilerin üzerine polis ve jandarma gönderilmekle beraber kan dökülmemesine çok dikkat edilmesi gerektiğini belirtmişti.
Her şey Ermenilerin planladığı gibi gelişti. Örgüt elemanları öncelikle altı büyük devlet elçisine bir bildiri sunarak, Ermeniler için ıslahat uygulanması amacıyla gürültüsüz bir gösteri yapacaklarını, bu hareketlerin polis ve jandarma tarafından önlendiği takdirde ağır sonuçlar doğabileceğini ve bütün sorumluluğun hükümete ait olacağını belirttiler. 30 Eylül 1895 tarihinde Kumkapı’daki Patrikhane önünde 3–4 bin kadar Ermeni toplandı. Bunlar arasında Bitlis, Muş ve Van gibi vilayetlerden getirilmiş kadın ve çocuklar da bulunuyordu. Grup marşlar söyleyip “Yaşasın Ermenistan” şeklinde sloganlar atarak Kumkapı’dan Bâbıâli’ye doğru yürüyüşe geçti. Yolda sık sık silahlar atılıyor, bıçak ve tabancalarla etrafa saldırılıyordu. Bir taraftan da gruba katılanlar oluyordu. Bâbıâli önünde yürüyüşçülerin sayısı 5000’i bulmuştu. Alınan tedbirler sayesinde bunların Bâbıâli’ye saldırmaları önlendi. Müslümanları kışkırtmak için yaptıkları hareketler de sonuç vermedi. Dağılan Ermenilerden çoğu kiliselere sığındılar. Güvenliğin sağlanması üzerine hepsi yerlerine döndüler.
Terör örgütlerinin Osmanlı Bankasını hedef olarak seçme sebepleri arasında öncelikle bu kurumda yabancı uyruklu çok kişinin çalışıyor olması gelmektedir. Bu suretle yabancı devletler işin içine çekilmiş olacaktı. Bu gerekçe yanında, bankanın işgal edilmeye müsait olması, binanın dinamitle havaya uçurulması suretiyle para ve mal olarak büyük zararların meydana geleceğinin düşünülmesi ve bu işgal ile seslerini her tarafa duyurabileceklerine inanmaları sebebiyle örgütler bu eyleme karar vermişlerdi. Aslında faaliyet sadece banka baskınıyla kalmayacak, aynı anda harekete geçecek örgüt militanları Bâbıâli’ye, Ermeni Patrikhanesi’ne, Voyvoda ve Galatasaray karakollarına ve Aya Tiryada Rum Kilisesi’ne saldıracaklardı. Ayrıca şehrin çeşitli yerlerinde de karışıklıklar çıkarılacaktı.
Harekete geçmeden aylarca önce Avrupa ülkelerinde yapılan toplantılarla saldırı hazırlıkları başlatılmıştı. Eylemde kullanılacak silah ve bombalar temin edilmiş ve bu arada Osmanlı Bankası binasında müstahdem olarak çalışan Ermeni kökenliler elde edilerek, silah ve bombalar önceden bankaya yerleştirilmişti. Eylemin elebaşıları Varto, Mar ve Boris isimli Ermeniler Rusya’dan gelmişti. Bunlara Atina’dan gelen Karekin Pastırmacıyan da katıldı. Diğer militanlar ise hamal ve işçiler arasından seçilmişti.
26 Ağustos 1896 tarihinde, sabah saat 6.30’da terör örgütleri harekete geçtiler. Öncü olarak seçilmiş militanlar İstanbul’un çeşitli semtlerinde silahlı ve bombalı saldırılara girişmişler ve bu arada Galata’da bulunan Osmanlı Bankası binası etrafında da aynı şekilde silahlı ve bombalı saldırılara başlamışlardı. Bu karışık ortamda bankayı işgal ile görevli çok sayıda militan silahlarıyla bankaya girdiler. Çalışanlar önce soygun olduğunu zannettiler. Militanlar onlara korkmamaları gerektiğini söylediler.
Bankaya girerken üç askeri öldürmüşlerdi. İşgale başladıktan sonra da binanın içinden dışarıya bomba atmaya ve silahla ateş etmeye başladılar. Bankada bu gürültü koparken İstanbul’un çeşitli semtleri bir anda çatışma alanı haline gelmişti. Olaylar Kadıköy’e sıçradı. Örgüt elemanları önlem almaya çalışan askerler üzerine bomba atmakla kalmıyor, olayları daha da genişletmek amacıyla halka da silahlı saldırıda bulunuyordu. 26 Ağustos İstanbul için bir dehşet günü haline gelmişti. Çatışmalarda Müslüman halktan çok sayıda ölen oldu. Mahallelere dağılan Ermeni militanları asker, polis, jandarma ve Müslüman ahaliden rastgeldiklerine canavarca saldırmışlardı.
Ermeniler ayaklanmayı yaygınlaştırmak için Kasımpaşa ve Hasköy’deki Yahudi evlerine de tecavüz ederek altı Yahudi’yi öldürmüş, birçok kişiyi de yaralamışlardı. Atılan bomba ve kurşunlara karşı Müslüman halk da mukabelede bulununca kargaşalık genişlemişse de sonuçta güvenlik güçleri duruma hâkim olmuştu.
Osmanlı Bankası’ndaki işgal ise devam etmekteydi. İşgalciler sürekli olarak dışarıya bomba yağdırmaktaydılar. Bunlar arasında yer alan bir militanın ifadesi ile “atılan bombalar şaşılacak sonuçlar veriyordu. Dokunduğunu derhal öldürmüyor, ellerini parçalıyor, azap ve işkence içinde kıvrandırıyordu. Büyük bombalar top sesi çıkarıyor, etrafa korku de dehşet saçıyordu. Dışarıdaki askerlerden ölen ve yaralananlar kaldırılıyor yerlerine yeni askerler getiriliyordu.”
İçerde çarpışan militanların sayısı 17’ye düşmüştü. İşgale katılanlardan üçü ölmüş altısı yaralanmıştı. Rehineler korku içinde titreşiyorlardı. Teröristlerden Tiryakyan ile Armen Garo banka müdürünün odasına giderek birtakım talepleri olduğunu belirttiler. Buna göre, Doğu vilayetlerinin Avrupalı bir yüksek komiser tarafından idare edilmesi, güvenlik kuvvetlerinin yerli halktan seçilerek Avrupalı bir subayın komutasına verilmesi, Avrupa sistemine göre adli reform yapılması, tutuklu Ermeniler ile en son saldırıya katılmış olanların serbest bırakılması gibi istekleri vardı. Bunlar gerçekleşmediği takdirde bankayı havaya uçurmakla tehdit ediyorlardı.
İşgal devam ederken, yabancı elçiler de gün boyu Saraya gidip gelmişler ve bütün güçleri ile Ermenileri himayeye uğraşmışlardı. Neticede bankanın genel müdürü Edgard Vincent ile Rusya Sefareti Baştercümanı Maksimov arabuluculuk rolünü üstlendiler. Bunlar konuyu çözümlemeleri konusunda Padişahtan talimat aldılar. İşgalciler hakkında cezai işlem yapılmaması ve vapurla İstanbul’u terk etmelerinin sağlanması şeklinde bir çözüm bulundu. Amaçlarına ulaşamayan örgüt mensupları bu durumdan hoşnut olmadılar. Fakat bankada kaldıkları takdirde yok olacaklarını anladılar. Bunun üzerine 17 militan yanlarında Edgard Vincent olduğu halde, iki sıra dizilmiş süngülü askerler arasından geçerek, Fransa’ya ait bir gemi ile Marsilya’ya gittiler. Böylece birçok Ermeni olayında olduğu gibi Ermeni teröristleri yabancı devletlerin himayeleri sayesinde kurtulmayı başardı.
Olaylar yatıştıktan sonraki günlerde Ermeni kiliselerinde, evlerinde, fabrika ve işyerlerinde yapılan aramalarda çok sayıda dinamit, tabanca ve silah bulundu. Bu olaylar sırasında 120 askerin hayatını kaybettiği anlaşılmaktadır. Ermenilerden ölenlerin sayısı ise 172’dir. Müslüman halk arasında hayatını kaybedenler de çok sayıdadır.
Ermeni teröristler Osmanlı Bankası baskınının yıldönümünden bir hafta önce, 18 Ağustos 1897 tarihinde Osmanlı payitahtında üç binaya eşzamanlı bombalı saldırı düzenlediler. Bunlardan birisi kısmen başarıya ulaşırken, ikisi girişim aşamasında kaldı. Bâbıâli’ye bomba atılması sonucu bir odacı ölürken, altı kişi yaralandı. Osmanlı Bankası’na giren terörist dinamit fitilini ateşlemek üzere iken muhafızlar tarafından etkisiz hale getirildi. Galatasaray Karakolu’nu bombalamak isteyen terörist ise panikleyip bunu başaramayınca, uzun bir takip sonucunda yakalandı. Eylemin sevindirici tarafı, bir yıl önceki gibi sokak çatışmalarına fırsat verilmemesi ve asayişe halel gelmemesiydi. Saldırılar, devletle işbirliği halinde olan yeni patrik Ormanyan ve Ermeni cemaati tarafından lanetlenirken, Avrupa devletleri tarafından da kınandı (Kuzucu, 2014, s. 1570-1574).
Ermeni örgütlerinin İstanbul’da gerçekleştirdikleri bu eylemler karşısında Osmanlı hükümeti genellikle soğukkanlı davranmıştı. Ermenilerin bu hareketleri ile Avrupalıların Osmanlı Devleti’ne müdahale etmelerini sağlamaya çalıştıklarını bilen hükümet, bu oyuna gelmemek için dikkatli hareket etmişti. Bunun yanında kamuoyunun heyecana kapılmaması ve payitahtta bir Türk-Ermeni düşmanlığının körüklenmemesi amacıyla olaylar gazeteler tarafından sadece resmî tebliğ başlıklarıyla sunuldu.
Ermeni Patrikhanesi de, Kumkapı olayları sebebiyle yayınladığı beyannamede, eylemi düzenleyenleri fesat cemiyeti mensupları olarak nitelemiş ve yapılanları nefretle kınadığını belirtmişti. Bâbıâli ve Osmanlı Bankası hadiseleri esnasında ise Patrik İzmirliyan bizzat teşvikçi konumunda bulunuyordu. Dolayısı ile olaylar, Patrikhane Kaymakamlığınca yayınlanan beyannameler ile şiddetle kınanmıştı. Ayrıca Padişaha ve Osmanlı hükümetine olan bağlılık hisleri de özellikle vurgulanmıştı.
Osmanlı hükümeti olaylar sırasında yabancı elçiler ile irtibat halinde olmuş ve onlara hadiselerin gerçek mahiyeti hakkında bilgi vermeyi gerekli görmüştü. Bu vesile ile Batı kamuoyunun dikkati de Ermeni olaylarına yönelmişti. Özellikle Avrupalı gazeteciler, olayları yakından takip etmek istiyorlardı. Çünkü aynı dönemde Ermeniler Anadolu’nun çeşitli yörelerinde de isyan çıkarmışlardı. Yabancı gazetecilerin olayları izleme isteği Osmanlı hükümetince hiç yadırganmadı. Bu konu ile ilgili bir arşiv belgesinden anlaşıldığına göre, Avrupalı gazetecilerin Anadolu’ya gidip olayları takip etmelerinde hiçbir sakınca görülmemişti. Belgede şu hususlar belirtiliyordu: “Şu sırada gazete muhabirlerinin Erzurum vilayetinde en fazla görüp işiteceği şey Ermenilerin tecavüzleri ve ihtilal girişimleridir. Bu sebeple Doğu vilayetlerine gitmek üzere kendilerine izin verilmesinde hiçbir mahzur yoktur.”
Bir başka arşiv belgesi de Doğu Anadolu hadiseleri hakkında çarpıcı bazı gerçeklere değiniyordu. Buna göre Kürt kıyafeti giymiş Ermeniler, Van vilayetinde halka saldırıda bulunmuş ve üzerlerine gönderilen güvenlik güçlerinden iki askeri öldürdükten sonra yakalanmışlardı. Mesele İstanbul’a aksedince Padişah, bu olayların herkes tarafından bilinmesi gereğine işaret etmişti. Bu sebeple Ermeni saldırganların, Kürt kıyafetinde oldukları halde fotoğrafları çekilmiş ve bunların yargılanması, özellikle yabancı konsoloslar davet edilmek suretiyle gerçekleştirilmişti.
Ermeni olayları ile ilgili tepkilerin en çarpıcılarından biri de Fransa’dan gelmişti. Paris’te yayınlanan Liberal gazetesi İstanbul’daki olaylar hakkında İngiltere’yi sorumlu tutuyor ve İngilizleri Ermenileri isyana teşvik edip sonra da yüzüstü bırakmakla suçluyordu. Diğer Fransız gazeteleri de benzer yorumlarda bulunmuşlardı. Liberal gazetesi özetle şöyle yazmıştı: “Şu sıralarda İstanbul’da meydana gelen olaylar sebebiyle birçok Ermeni tutuklanmıştır. Ermeniler İngiliz sözüne güvenmekle ne kadar hata ettiklerini zindan köşelerinde düşüneceklerdir. Çünkü İstanbul’daki büyük olayların meydana gelmesine İngiliz hükümetinin sebep olduğuna zerre kadar şüphe yoktur. İncil cemiyetleri vasıtasıyla üç seneden beri Ermenileri kışkırtan, onları isyana teşvik eden, Ermenilere silah ve talimat veren ve verilen talimatın ne derece yerine getirildiğine dair iyice bilgi edinmek için olay yerine sefaret kâtiplerini gönderen hep İngiliz hükümetidir. Hatta Ermenilerin şüphelerini gidermek için olay günü İngiliz donanmasının boğazlardan geçerek kendilerine yardım edileceği resmen vaat edilmiştir. Ne yazık ki zavallı Ermeni hamalları bir kraliçe ile bir başvekilin sözüne güvenip canlarını feda etmişlerdir. İngiliz donanması ise yerinden bile kımıldamamıştır. Biçare hamallar ile odabaşılar iyi çalıştılar. Ermeniler kanlarını boşuna dökmüşlerdir. İngiltere’nin, Rusya sınırında kurdurmak istediği Ermenistan prensliğine kavuşamayacaklardır. Fakat İngiliz kraliçesi uğrunda kavga etmek şerefi! Ermenilere yetecek mi acaba? İstanbul’daki asaletli İngiliz sefiri Sir Philip şu anda yemeğini huzur içinde hazmetmektedir. İngiliz oyunlarına aldanan Ermenilerin feryatları hazmını zorlaştırmasın diye sefaret kapılarını iyice kapamıştır. Ermenilere tavsiyemiz her söylenen söze inanmasınlar. İngilizler kimseye boş yere yardım etmez. İngiltere kendi menfaati için Ermenileri Osmanlılara karşı isyan ettirmiştir. Sonra da yardıma gelirim dediği halde gelmemiştir. Osmanlı Devleti Portekiz veya Venezuella gibi olsaydı bütün İngiliz donanması giderdi. Fakat ihtiyar Osmanlı aslanı her ne kadar zayıflamış ise de halen pençesini kaldırma kudretine sahiptir. İngiliz kaplanı bu pençe karşısında gerilemek zorunda kalmıştır. İngiltere kalleş bir ülkedir. Biz bunu Fransa’da çoktan beri biliyoruz. Ermeniler de unutmasın.”
BOA, İ.Hus. No. 2, 13 Z 1312
BOA, İ.MM. No. 31228
BOA, Y.A.Hus. No. 337/40
BOA, Y.A.Hus. No. 484/4
BOA, Y.A.Res. No. 51/36
BOA, Y.A.Res. No. 76/50
BOA, Y.A.Res. No. 81/30
BOA, Y.A.Res. No. 81/32
Hocaoğlu, Mehmet (1976), Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul.
Kuzucu, Kemalettin (2014), “Ermeni Terörünün İstanbul’daki Son Hamlesi: 1897 Olayları ve Düşündürdükleri”, Yeni Türkiye Ermeni Meselesi Özel Sayısı, Sayı 61, Eylül-Aralık 2014, s. 1564-1586.[:en]
BOA, İ.Hus. No. 2, 13 Z 1312
BOA, İ.MM. No. 31228
BOA, Y.A.Hus. No. 337/40
BOA, Y.A.Hus. No. 484/4
BOA, Y.A.Res. No. 51/36
BOA, Y.A.Res. No. 76/50
BOA, Y.A.Res. No. 81/30
BOA, Y.A.Res. No. 81/32
Hocaoğlu, Mehmet (1976), Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul.
Kuzucu, Kemalettin (2014), “Ermeni Terörünün İstanbul’daki Son Hamlesi: 1897 Olayları ve Düşündürdükleri”, Yeni Türkiye Ermeni Meselesi Özel Sayısı, Sayı 61, Eylül-Aralık 2014, s. 1564-1586.