Ermeni Cemaatinin İdaresinde Amiralar ve Amiralar Meclisi

Bir Katolik rahibi ve tarihçi olan Mikayel Çamiçyan, 1786 yılında, Venedik’te “Badmutyun Hayots” yani “Büyük Ermeni Tarihi” isimli üç ciltlik eserini neşretti. Bu eser aynı zamanda modern anlamda kaleme alınmış ilk Büyük Ermeni Tarihi’ydi. Çamiçyan bu kitabında Osmanlı döneminde İstanbul Ermeni cemaatinin oluşumu ve İstanbul Ermeni Patrikliği’nin kuruluşu ile ilgili asırlarca anlatılagelecek olan bir anekdot kaydetti.

Çamiçyan’a göre Sultan İkinci Mehmed Bursa’yı ziyaret ettiği bir gün o sırada Bursa Ermenilerinin ruhani lideri olan Hovagim ile de görüşmüş ve sohbet esnasında Bursa Piskoposu Hovagim, padişah için “Tanrı senin krallığını diğer krallıklardan daha yükseltsin” diye bir duada bulunmuştu. Buna karşılık olarak Sultan Mehmed de Konstantinople’u feth ettiği takdirde kendisini ve cemaatini şehre yerleştireceğine dair Hovagim’e vaatte bulunmuştu. Sultan Mehmed, şehri feth ettikten sekiz sene sonra, Ermeni takviminin 910., Miladi takvimin 1461. senesinde Hovagim’i ve beraberindeki seçkin Ermenileri İstanbul’a getirterek onları şehrin içine ve Galata’ya yerleştirmişti. Hovagim’e de bir ferman vererek onu Anadolu ve Rumeli’deki tüm Ermenilerin “Patrik”i tayin etmişti (Çamiçyan, s. 500).

Literatür’de kendisine yer bulan ve hemen her lisanda kaleme alınan eserlerde onlarca defa tekrar edilen bu hikaye çeşitli tarihi hatalar ihtiva etmekte ve İstanbul Ermeni Patrikliği’nin kuruluş hikayesi bugün dahi aydınlatılmayı bekleyen tarihi bir vaka olarak karşımızda durmaktadır (Bardakjian, s. 89). Kesin olmamakla birlikte gelişen tarihi vakalar, dünyadaki tüm Ermeni ruhani merkezlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresi altında toplanması, fermanlar ve çeşitli kaynaklardan takip edebildiğimiz kadarıyla, devletin ruhani liderlere verdiği unvanlardaki değişimler İstanbul Ermeni Patrikliği’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanat döneminde kurulmuş olabileceğini göstermektedir (Dadyan, s. 43).

Yine Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanat yıllarında, 1554 yılında İstanbul Ermeni cemaati için önemli bir gelişme yaşandı. Revan ve Nahçıvan’ı feth eden Sultan Süleyman, Van’dan İstanbul’a getirttiği ticaret ve sarraflıkla uğraşan bir çok Ermeni’nin yanı sıra Agın’daki yani Eğin’deki Ermeni asilzadelerini de İstanbul’a getirtti. Yine ticaretle ve sarraflıkla uğraşan Eğinli bu asilzadeler 1021 yılında tarihe karışan Van Ermeni Krallığı’nın bakiyesi olan ailelerden oluşuyordu ve Eğin’den sonra nesillerini İstanbul’da devam ettirip cemaatlerinin idaresinde önemli bir rol oynadılar (Alboyadjian, s. 19-25).

Osmanlı idaresinden önce de Ermeni Kilisesi hiç bir zaman Rum Kilisesi örneğinde olduğu gibi ruhanilerin tekelinde bir kilise olmamış her zaman kilise işlerinde ve cemaatin idaresinde siviller de rol almışlardır. Örneğin 451‘deki Kadıköy Konsili’ni redden 506 yılındaki Dvin Konsili’nde dahi ruhanilerin yanı sıra önde gelen Ermeni sivillerin de imzaları bulunmaktadır. İstanbul Ermenileri’nin idaresini ellerine alan Eğin’den gelen asilzadeler de soylarını eski Ermeni aristokrat sınıfı olan nakhararlara (hanedan) dayandırıyor ve gerek sahip oldukları maddi güç gerekse de Osmanlı Sarayı ile olan yakın ilişkileri sayesinde cemaatlerinin idaresini ellerinde bulunduruyorlardı (Yumul, s. 164-165).

Genellikle Darphane’de aktif görevlerde bulunan, saray sarrafları arasında yer alan ve bu sayede Osmanlı idaresi ile yakın ilişkiler kuran bu sınıfın içerisinde Barutçubaşı, Ekmekçibaşı ve Mimar gibi az da olsa başka mesleklere mensup isimler de vardı. Soylarını eski Ermeni aristokrasisine dayandıran bu sınıfın temsilcilerini Ermeni halk “İşkhan” yani “Prens” olarak isimlendirirlerdi. Bunun yanı sıra onlardan bahsederken “Azgapet” yani “Milli Lider” deyimi de kullanılırdı. Fakat 1550‘lerin sonunda Arapça’da “prens” anlamına gelen “Emir” kelimesinden türetilen “Amira” deyimi genel olarak bu sınıfa mensup kimselere has bir unvan olarak kabul gördü. 16. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar da toplamda 67 Amira Ailesi ve 175 kadar Amira oldu (Barsoumian, s. 16-36).

Fakat, Amira deyimi, devlet tarafından resmen tanınan bir unvan değildi. Ermeni cemaatinin Amira olarak isimlendirdiği bu seçkinleri, Osmanlı idaresi Hacı, Hoca yahut Çelebi lafzıyla anıyordu. Bir anlamda “İmtiyazlı Zımmiler” diyebileceğimiz bu gruba mensup kimseler devlet hizmetinde olduklarından dolayı cizyeden muaftılar, diğer gayrimüslimlerde olduğu gibi evlerinin boyutlarına, kıyafetlerinin şekline karışılmıyordu. Ayrıca sakal bırakma, ata binme ve silah taşıyabilme gibi çeşitli ayrıcalıklara da sahiplerdi (Dadyan, s. 89-90).

Amira aileleri genel olarak Boğaz köylerinde ve Hasköy’de ikamet edeyorlardı. Fakat Rum asilzadeleri Fenerli Beyler için nasıl Fener semti bir merkezse Amira aileleri için de Hasköy bir merkezdi. Pascal Carmont, Les Amira isimli eserinde tarif ettiği amira konaklarına göre, amiralar, sadece sosyal yaşamlarında, kılık kıyafetlerinde ve devletle olan ilişkilerinde değil aynı zamanda diğer gayrimüslimlerin aksine evlerinin mimarisinde ve boyutlarında da serbesttiler (Carmont, s. 95-96). Gayrimüslim olmalarına rağmen, devletle olan yakın ilişkileri sayesinde Müslüman bir asilzadeden farklı ve daha aşağıda bir hayat yaşamıyorlardı. Dionysios Photeionos’un “Eski Dacia Tarihi” isimli eserinin bağışçı listelerinden anlaşılacağı üzere kendi cemaatleri içinde kapalı bir hayatta yaşamayıp şehrin farklı cemaatlerine mensup diğer seçkinleri ile birlikte üst sınıf Osmanlı kültür ve sanat hayatının inşaasında da rol alıyorlardı (Philliou, s. 63).

İngiliz Elçiliği tercümanlarından D. Urguhart da Amiralardan bahsederken, sarraf Ermenilerin paşalara kefil olduklarından dolayı istediklerini yaptırabileceklerini, istedikleri isimleri görevden aldırıp, istediklerini getirtebileceklerini söylüyordu. Ayrıca bu isimlerin büyük servetler elde etmelerine rağmen padişahların onların zenginliklerini kıskanmadığını, bilakis gerektiğinde devlete yardım edebilecek ve kaynak sağlayabilecek bir güç olarak gördüklerini kaydediyordu (Çark, s. 48).

Urguhart’ın da dikkat çektiği üzere Amiraların devlet tarafından kendilerine bahş edilmiş resmi bir iktidarları ve güçleri yoktu. Sadece ellerinde bulundurdukları maddi güç ve devlet ileri gelenleri ile olan yakınlıkları nedeniyle dolaylı bir iktidara sahiplerdi. Fakat bu iktidarlarını da tam manasıyla, özellikle de cemaatin idaresinde tam anlamıyla kullanıyorlardı. Kilise, mezarlık ve okulların inşa ve tamiratı onların aldıkları fermanlar ile yaptırılıyor ve maddi olarak yine onların destekleri ile gerçekleşiyordu. Cemaatin tüm maddi ihtiyaçlarını onlar karşılıyor, patriğin ve piskoposların pişkeşlerini de yine onlar ödüyordu. Dolayısıyla cemaat içinde bu sınıfa alternatif oluşturabilecek sivil yahut ruhani başkaca bir grup mevcut değildi (Dadyan, s. 91).

Patriğin seçiminde ve azlinde de yine en büyük rolü Amiralar oynuyordu. Patrik tayin edildiği zaman normal şartlarda kayd-ı hayat ve istiklal-i memuriyet şartları ile göreve getiriliyordu. Patriğin görevden azli için ya vatana ihanet gibi büyük bir suç işlemesi ya da sorumluluğundaki cemaate zulm ediyor olması gerekirdi. Fakat her iki halin de olmamasına rağmen Amiraların istemedikleri isimleri azlettirmeleri, hatta yeni bir ismi seçtirmeyerek cemaati kendilerinin de idare ettiği vaki idi.

Patriğin, siviller tarafından görevden alınması ilk olarak 1612’de yaşandı. O sırada Amiralar meclisine başkanlık eden Sadrazam Nasuh Paşa’nın sarrafı Hoca Asdvadzadur, Amiralar meclisinin artık istemediği Patrik Kirkor’u azlettirmiş ve yerine seçilen Patrik Zakarya’nın patrikliğe getirildiğine dair fermanı da Nasuh Paşa’nın elinden bizzat kendisi almıştı. Bu olaydan sonra sivillerin cemaat idaresindeki güçleri ve baskınlıkları daha da perçinlendi (Artinian, s. 40).

Bununla birlikte Amiraların patrikleri görevden aldırıp yerlerine başkasını getirtmedikleri ve cemaati kendilerinin yönettiği dönemler de mevcuttu. 1649’da Sadrazam Melek Ahmed Paşa’nın sarrafı Amidli Mağakya Çelebi, Patrik Aravelkli Tavit’i azlettirmiş ve yerine “patrikliğe muktedir bir isim olmaması” nedeniyle yeni bir patrik seçtirmemişti. Onun yerine cemaati on bir ay boyunca Mağakya Çelebi’nin başkanlık ettiği Amiralar Meclisi idare etmişti. Bu durum tarih boyunca defalarca yaşandı. 1655’te Patrik Hovhannes’in azllettirilmesi üzerine cemaati dört sene boyunca Hoca Ruhincan başkanlığındaki yirmi dört kişilik bir heyet idare etti. O dönemde Edirneli Tovmas, patrik tayin edilmesine, hatta pişkeşini de ödeyebilmesine rağmen Hoca Ruhincan’dan çekindiği için patriklik merkezi olan Kumkapı’ya gidemedi. Hayatı boyunca patrikliğin eski merkezi olan Samatya’da kaldı ve 1658’de burada vefat etti. Aynı şekilde, 1689-1692 yılları arasında da cemaati Hamamcı Şahin başkanlığındaki bir sivil heyet yönetti (Yumul, s. 165).

Amiraların sahip olduğu bu iktidar sadece İstanbul Ermeni cemaati üzerinde değil, dünyadaki tüm Ermeni kiliseleri içinde önemli bir güce sahipti. 1724’te Revan’ın fethinden sonra bu şehirde bulunan ve Ermeni Kilise hiyerarşisinin en tepesinde yer alan Eçmiadzin Gatoğigosu yani başpatriği İstanbullu sivillerin talepleri üzerine İstanbul tarafından seçilmeye başlandı. Kısa bir süre için de olsa bu sivillerin sahip olduğu iktidar sayesinde kilisenin en tepesinde yer alan isim, hiyerarşinin en altındaki İstanbul tarafından seçildi (Derandreasyan, s. 56-64). Aynı şekilde 1741 senesinde verilen fermanlarda, kilise hiyerarşisinde İstanbul Patrikliği’nin üzerinde bulunan Klikya Gatoğigosluğu, İstanbul Patrikliği’nin sorumluluğunda sayılıyordu (Kenanoğlu, s. 105). 1828’de Eçmiadzin’in Rus idaresi altına girmesinden sonra, o sırada Amiralar Meclisi’ne başkanlık eden Darphane Emini Kazaz Artin Amira Bezciyan, İstanbul ile Eçmiadzin arasındaki bağları kesebiliyor ve İstanbul’un özerk bir yapıya dönüşmesi için çalışabiliyordu (Cevdet Paşa, s. 236).

1821 Yunan İsyanı’nın da etkisiyle Amiralar altın çağlarını İkinci Mahmud döneminde yaşadılar. Ermeni cemaatinin sahip olduğu bir çok kurumun temelleri ya bu dönemde atıldı ya da bu dönemde ihya edildi. Sultan İkinci Mahmud’dan sonra 1839’da Sultan Abdülmecid’in tahta çıkması ve Tanzimat Fermanı’nın ilanı ise Amiraların iktidarını büyük oranda sarstı. Zira ferman, sarraf Amiraların servetlerinin en büyük kaynağı ve iktidarlarının temeli olan iltizam sistemini kaldırıyordu. Amiraların böylesine büyük bir darbe yemesinin ardından ise son yıllarda cemaat kurumlarının masraflarını karşılayan ve yeni yeni zenginleşip sivrilen bir sınıf haline dönen esnaflar cemaat ideresinde Amiralarla birlikte yer almak istediler. Bu isteklerinde de başarılı olarak karma meclislerin kurulmasını sağladılar (Bebiroğlu, s. 34; Yumul, s. 169).

Amiralara büyük darbe vuran 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra 1856 Islahat Fermanı ise Amiralık müessesesini tamamıyla ortadan kaldırdı. Zira Islahat Fermanı, artık gayrimüslimlerin de resmen bürokrasiye kabullerini ve resmi unvanlar alabilmelerini kabul ediyordu. Böylece imtiyazlı bir konumda bulunan Amiralar da sahip oldukları ayrıcalık ve saygınlıklarını kaybediyorlardı. Islahat Fermanı’nın gayrimüslimlere de resmi unvanlar vermeyi kabul etmesi üzerine Ermeni cemaatinden sadece Mısır valisinin kapıkethüdası Karakahya Ailesi’nin, Barutçubaşı Dadyan Ailesi’nin ve Darphane Emini Düzyan Ailesi’nin önde gelen isimlerine resmi unvanlar verildi. Genellikle ailenin reisi konumundaki isimlere “Bey” unvanı veriliyor, bu isimlerin çocuklarına ise yaş sıralarına göre çeşitli unvanlar tevci ediliyordu. (BOA. A.] DVN. Nr. 119/6)

Birçoğu resmi unvanlara sahip olamayan Amiralar cemaat idaresindeki iktidarlarını da kısa sürede kaybettiler. Özellikle 1863’de Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’ın kabulü ve 20 Eylül 1863‘ten itibaren cemaatin bir parlamento tarafından idare edilmesi, Amiraları cemaat idaresinden tamamıyla soyutladı (Artinian, s. 104).

Kaynakça

Alboyadjian, Arşag (1965), Les Dadian Cairo.

Artinian, Vartan (2004), Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu, İstanbul: Aras Yay.

Bardakjian, Kevork (1982), “Christians and Jews in the Ottoman Empire”,  Braude and Lewis (Ed.), The Rise of the Armenian Patriarchate of Constantinople, New York, pp. 89-100

Barsoumian, Hagop L (2007), The Armenian Amira Class of Istanbul, Yerevan: American University.

Bebiroğlu, Murat (2003), Tanzimat’tan İkinci Meşrutiyet’e Ermeni Nizamnameleri

Carmont, Pascal (1999), Les Amiras.

Cevdet Paşa, (1999), Tezakir, c. III, Ankara: TTK.

Çamiçyan, M. (1786),  Badmutyun Hayots, Venedik.

Çark, Y. G. (1953), Türk Devleti Hizmeti’nde Ermeniler

Dadyan, Saro (2011), Osmanlı’da Ermeni Aristokrasisi, İstanbul: Everest Yay.

Derandreasyan, Hrand (ed.) (1974), Osmanlı-İran-Rus İlişkilerine Ait İki Kaynak

Kenanoğlu, M. Macit. (2007), Osmanlı Millet Sistemi, İstanbul: Klasik Yay.

Philliou, Christine (2010, Ocak), “Osmanlı Yönetimi’ndeki fenerli Nüfuzun Çözümlenmesi”, Toplumsal Tarih, 193, s. 54-69.

Yumul, Arusyak (2004), “Osmanlı’nın İlk Anayasası”, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu, Koptaş (ed.), İstanbul: Aras. Yay, s. 164-180

© 2024 - Marmara Üniversitesi