Ermeni Kilisesi’nin tarihine ve iç işleyişine bakıldığında diğer kiliselerle taban tabana zıt ve kendisine özel bir idare sistemi görülür. Ermeni Kilisesi, diğerleri gibi sadece ruhanilerin tekelinde olan bir yapıya değil, idarede sivillerin de söz sahibi olduğu bir organizasyona sahiptir. Khalkedon Konsil Kararnamelerini reddeden ve müstakil Ermeni Kilisesi’nin kuruluşunu hazırlayan 506‘daki Dvin Konsülü’nün kararnamelerinde dahi ruhanilerin yanı sıra sivillerin de imzaları bulunmaktadır (Yumul, 2004, s.165). Süryani Mikhael de Vekayinamesi’nde İstanbul’daki ilk Ermeni kilisesinin 11. yüzyıldan önce kurulduğunu ve bu kilisenin daha sonra 1081-1118 yılları arasında hüküm süren İmparator Aleksios döneminde yıktırıldığını söyler. Yine Mikhael’in kaydettiğine göre bu kilisenin yönetimi bir papazın yanı sıra şehrin önde gelen Ermenilerinin oluşturduğu bir heyet vasıtasıyla sağlanıyordu. İstanbul’daki ilk Ermeni kilisesinin idaresi de geleneğe uygun olarak yine siviller tarafından sağlanmıştı.
Bu gelenek Osmanlı idaresi altında da aynı şekliyle devam etti. Kanuni Sultan Süleyman, 1554‘deki Nahcıvan Seferi’nden dönüşte, köklerini Van Ermeni Krallığına dayandıran, Ermeni asilzadelerini de getirdi. Hatırı sayılır servetlere sahip olan bu aileler genellikle ticaret ve sarraflıkla uğraşıyorlardı (Alboyadjian, 1910, s. 19-25). Hasköy ve çevresine yerleştirilen bu aileler kısa sürede Fener’de ikamet eden Rum asilzadeleri gibi ayrı ve özel bir sınıfa dönüştüler. Genellikle Darphane’de görev aldıkları ve devletin önde gelen isimlerinin sarraflıklarını üstlendikleri için, devlet tarafından diğer gayrimüslimlerden ayrı tutularak çeşitli imtiyazlarla donatıldılar. Osmanlı idaresi, bu sınıfa mensup olanları diğerlerinden ayırmak için isimlerinin başında “Hoca” yahut “Çelebi” unvanlarını kullanıyordu. Ermeni cemaati ise onlardan bahsederken “İşkhan” yani “Prens” yahut “Azgabet” yani “Milli Lider” deyimlerini kullanıyordu. Bu sınıf için 1550‘lerin sonunda Arapça’da Prens anlamına gelen Emir kelimesinden türetilmiş Amira deyimi kullanılmaya başlandı ve bu kelime yaygınlık kazandı (Barsoumian, 2007, s. 16 vd.).
İlk yıllardan itibaren İstanbul Ermeni Patrikliğinin, dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni cemaatinin idaresini de bu sınıfa mensup isimler üstlendi. Ermeni Patrikhanesi’nde, Rumlarda olduğu gibi bir Sen Sinod Meclisi, yani ruhani kurul mevcut değildi. Cemaati sayıları zaman zaman 10 ila 24 arasında değişen amiralardan oluşan bir meclis idare ediyordu ve bu mecliste bulunan tek ruhani patrikti. Cemaatin tüm idari ve maddi sorumluluğunu üzerine alan bu sınıf, cemaatleri üzerinde sahip oldukları iktidarı tam anlamıyla kullanıyorlardı. Gerektiğinde patriklerin azli ve yeni isimlerin seçimi yine bu meclis tarafından yapılıyordu. Hatta bazı dönemlerde bu meclisin yeni bir patrik seçtirmeyip, patrik adına cemaati kendilerinin yönettiği de vaki idi (Artinian, 2004, s. 40). Amiralar, kiliseler arası ilişkilerde de önemli rol oynuyorlardı. 1724’de Ermeni kilise hiyerarşisinde en üst sırada yer alan Eçmiadzin Gatoğigosunun, hiyerarşinin en altındaki İstanbul tarafından seçilmesi bu örneklerden biridir (Andreasyan, 1974, s. 56-64). II. Mahmud’un saltanat yıllarında altın çağını yaşayan bu Ermeni asilzadeleri vasıtasıyla, 1828’de Erivan’ın Rusların eline geçmesi üzerine Eçmiadzin ile olan tüm ilişkiler dahi kesilebilmişti (Cevdet Paşa, 1999, s. 236 vd.).
Gerek devlet ile olan yakınlıkları gerekse de cemaatin tüm maddi ihtiyaçlarını karşılamaları nedeniyle yüzyıllar boyunca Ermeni cemaati içerisinde Amiralara alternatif bir sınıf daha ortaya çıkamadı. Sivil ve ruhani tüm idari konularda idareyi bu sınıfa mensup isimler yürüttüler. Bunlar gerektiğinde, kendilerine muhalif olan patrikleri de görevlerinden aldırıp kendi istedikleri isimlerin patriklik tahtına çıkmasında başarılı oldular.
Fakat 18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar değişen ekonomik ve idari yapı Amiralardan başka yeni bir sınıfın daha parlamasına ve cemaat idaresinin yönetiminde aday olmasına neden oldu. Bu sınıf, yeni yeni zenginleşmeye başlayan ve cemaat kurumlarına periyodik bağışlarda bulunan esnaflardı.
Kendi meslek gruplarının loncaları altında örgütlenen esnafların patrikhanede yer almaları ve cemaatin idaresiyle ilgili bir konuda söz sahibi olmaları ilk defa 1725 yılında gerçekleşti. 1723-1727 yılları arasındaki Osmanlı-İran Savaşı’nda, Revan, dolayısıyla Ermeni Kilisesi’nin en yüksek ruhani makamı olan Eçmiadzin Gatoğigosluğu yani baş patrikliği de Osmanlı hakimiyeti altına girmiş oldu. Ermeni cemaatinin önde gelen isimleri ise, Eçmiadzin’in de artık Osmanlı idaresine girmiş olmasından dolayı kilise hiyerarşisinin en tepesindeki ismin, hiyerarşinin en alt sırasında yer alan İstanbul tarafından seçilmesini talep ettiler. Üçüncü Ahmed bu isteği yerinde bularak gerekli fermanı verdi. Nitekim 1725 yılında İstanbul Patriği Hovhannes Golod’un başkanlığında Eçmiadzin Gatoğigosunun seçimi yapıldı (Andreasyan, 1974, s. 56-64).
İstanbul Patriği Hovhannes Golod, bu seçim işine millî bir kimlik kazandırmak ve İstanbul patrikliğinin soyunduğu bu yeni liderlik rolüne destek sağlamak istiyordu. Bu nedenle patrikhanede yapılan seçime, Osmanlı sarayına yakın amiraların ve yüksek dereceli ruhanilerin yanı sıra İstanbul’daki ve taşradaki esnaf liderleri de davet edildi. Toplumun farklı kesimlerinin bir araya geldiği bu meclis, İstanbul Ermeni Patrikliği tarihi için bir ilkti. Toplanan karma komisyon, oy birliği ile Garabed Ulnetsi’yi Eçmiadzin Gatoğigosu seçti (Alboyacıyan, 1910, s. 135).
Esnafların düzenli görevleri arasında devlete vergi ödemekten başka, milletin idaresi ve ihtiyaçları için de vergi ödemek vardı. Bunun dışında, bulundukları bölgelerin yetim ve yoksullarına bağış yapıyorlardı. Ayrıca yeri geldiğinde Eçmiadzin ve Sis Gatoğigoslukları ile Kudüs ve İstanbul Patrikliklerinin ihtiyaçları için de bağışlarda bulunuyorlardı. Cemaate ait okullar, yaşlılar evi, yetimhane, bimarhane ve hastane gibi kurumların masraflarını 19. yüzyılın başlarına kadar amiralar karşılarlardı. Fakat 19. yüzyıldan itibaren esnaflar da cemaat kurumlarının ihtiyaçları için maddi destek sağlamaya başladılar. Hatta 20 Kasım 1831’de patriklik makamı esnaf loncaları ile bir taahhütname imzaladı. Bu taahhütnameye göre, bundan sonra her esnaf loncası bir cemaat kurumunun masraflarını üstlenecekti. Örneğin, kuyumcular Langa’daki okulun, meyhaneciler Samatya’daki okulun, tüccarlar ise Topkapı’daki okulun masraflarını karşılamayı üzerlerine alıyorlardı. Bunun yanı sıra 1832’de yoksulların masraflarını karşılamak üzere kurulan fona da periyodik bağışlar yapmayı kabul etmişlerdi (Artinian, 2004, s. 39-41).
Esnafların bu kadar sorumluluğu üstlenmelerine ve cemaat kurumlarının masrafları için külliyetli ödemeler yapmalarına rağmen, yine de Amiralar gibi cemaat idaresinde söz sahibi olmaları ve patrikhanede yer almaları söz konusu değildi. Fakat 1830‘ların sonlarında Amiraların kendi iç çekişmeleri ve 1839 Tanzimat Fermanı’nın getirdiği yenilikler, esnafların da cemaat idaresinde rol alabilmelerine zemin hazırladı. 1838’de hassa mimarları Hovhannes Amira Serveryan ve Garabed Amira Balyan’ın öncülüğünde Üsküdar’daki Cemeran Koleji’nin açılması, bu kolejin idaresi ve masrafları sarraf amiralar ile sarraf olmayan amiralar arasında sorunlara neden olmuş ve kolej, kısa sürede büyük maddi sıkıntılar yaşamaya başlamıştı. Aynı zamanda 1840’ta daha önce vergiden muaf tutulan manastırlar, kiliseler ve cemaat vakıflarına ait mülkler de vergi kapsamına alınmış ve cemaat ağır vergi mükellefiyetleri altına girmişti (Artinian,2004, s. 67). Fakat Patrik Hagapos aradığı maddi desteği Amiralardan göremedi. Bunun yerine esnaflara yönelmek zorunda kaldı ve İstanbul Ermeni Patrikliği tarihinde ilk defa olarak cemaatin idaresi için 2’si amira, 22’si esnaflardan oluşan 24 kişilik bir karma heyet kuruldu. Heyetin başkanlığını ise kuyumcu esnafından Hetum Meremgülyan üstlendi (Alboyacıyan, 1910, s. 188).
Tanzimat Fermanı’nın getirdiği yeni düzenlemeler ve iltizam sisteminin kaldırılması sarraf amiraları büyük miktarda zarara sokmuş, hatta iflasın eşiğine sürüklemişti. Bu nedenle 24‘ler heyeti iş başına geldiğinde amiralar cemaatin üzerindeki maddi yardımlarını çekmişlerdi. İlk defa iktidara gelen esnaflar, her türlü zorluğa ve maddi yetersizliğe rağmen durumlarını devam ettirmeye çalıştılar. Patrik Hagopos’un da desteği ile çeşitli kilise hizmetlerine vergiler konularak cemaatten para toplanmaya çalışıldı. Aynı zamanda 6 Nisan 1841’de 300 esnafın bir araya gelerek kurduğu Miagam Ingerutyun yani “Tek İradeli Birlik” isimli dernek, Üsküdar’daki Cemeran Koleji’nin masraflarını üstlendi. Fakat yine de mali çıkmazlardan kurtulamayan ve cemaatin idaresinde yetersiz kalan heyet 1841 ortalarında istifa etmek zorunda kaldı. Heyetten kısa bir süre sonra Patrik Hagapos da istifa etti. Yeni seçilen Patrik Isdepanos Ağavni’nin cemaatin mali durumunun düzeltilmesi için 10 amirayı göreve davet etmesiyle Amiralar Meclisi tekrar kuruldu (Artinian, 2004, s. 68-69).
Çok geçmeden 24‘ler Heyeti’nin üyeleri tekrar göreve gelebilmek için Babıali’ye müracaat ettiler. Konu Meclis-i Ahkam-ı Adliye’de görüşüldükten sonra Babıali, heyetin tekrar göreve gelebileceğine karar verdi. Fakat Saray’dan, heyetin iş başına dönmesiyle ilgili herhangi bir ferman çıkmadı. Bunun üzerine 14 Ağustos 1841’de esnafların örgütlediği iki yüz kişilik bir kalabalık Babıali’ye yürüyerek ikinci bir dilekçe verdi. Fakat Babıali’nin bu harekete tepkisi bir hayli sert oldu ve 24‘ler heyetinin esnaf üyeleri tutuklanarak hapse atıldı. Bu haber cemaat içerisinde yayılınca içlerinde Üsküdar’daki Cemeran Koleji’nin banisi Hovhannes Amira Serveryan’ın damadı ve kolejin müdürü Hagop Manuelyan’ın da olduğu üç bin kişilik bir kalabalık 25 Ağustos 1841‘de Babıali’ye yürüyerek tutukluların serbest bırkalmasını, amiraların istifasını ve 24‘ler heyetinin tekrar görev başına gelmesini talep ettiler. Sadrazam Rauf Paşa, isteklerin inceleneceğini ve gerekenlerin yapılacağını söyleyerek kalabalığı dağıttı. Fakat olay yatışınca, 16 Eylül 1841’de, içlerinde Hagop Manuelyan’ın da olduğu yedi esnaf ve ruhani sürgüne gönderildi. 3 Ekim’de ise “nifaka meydan verdiği” gerekçesiyle Üsküdar’daki Cemeran Koleji kapatıldı (Artinian, 2004, s. 69-70).
Esnaflar, 9 Kasım 1841’de yeni bir dilekçe vererek, “Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ilanından sonra artık Amiraların kölesi olamayacaklarını” bildirdiler. Sultan Abdülmecid’in 12 Aralık 1841 tarihli fermanıyla 24‘ler heyeti tekrar görev başına gelerek, esnaflar cemaat idaresinde tekrar söz sahibi olmaya başladılar. Esnaflar, ikinci defa içinden çıkamadıkları mali sorunlarla uğraşırken, 1842’de iltizam sisteminin yeniden kabulü, sarraf amiraların iktidarlarını yeniden inşa etmeye çalışırken patrikhanenin vergi toplama haklarının elinden alınması, esnaflar açısından cemaatin mali idaresini bir kat daha zorlaştırdı. Bir seneye yakın bir süre ancak dayanabilen 24‘ler heyeti 18 Kasım 1842’te istifa etti. 19 Mart 1843’te cemaatin mali işlerinin sorumluluğunu sarraf amiralara da başkanlık eden Harutyun Amira Yerganyan üstlendi. Surp Pırgiç Hastanesi’nin yönetimi Misak Amira Misakyan’a verilirken, yetim ve yoksulların bakımından ise Boğos Amira Aşnanyan sorumlu kılındı (Alboyacıyan, 1910, s. 197).
Cemaatin yönetimini tekeline alan Harutyun Amira Yerganyan’ın bu durumu devam ettirmek gibi bir niyeti yoktu. O cemaatin amiralar ile esnaflardan müteşekkil karma bir meclis tarafından idare edilmesini planlıyordu. Bu nedenle, Yerganyan’ın çabaları ile, daha ılımlı bir isim olarak tanınan Matteos Çuhacıyan 17 Temmuz 1844’te patrikliğe getirildi. Yeni patriğin göreve gelmesinden kısa bir süre sonra ise 16 üyesi amira, 14 üyesi esnaf olan karma bir meclis kuruldu. Bu meclis hem patriğe danışmanlık edecek, hem de cemaatin mali idaresini yürütecekti. İki grubun bir araya gelip beraber bir idareyi yürüttüğü ilk meclis buydu. Bu güzel gelişmenin ardından 1846’da da Cemeran Koleji tekrar açılarak eğitime devam etti. Bu tarihten sonra amiralar ve esnaflar cemaat idaresinde beraber rol almaya başladılar. Fakat kurulan her yeni mecliste Amiraların sayısı biraz daha azalıyordu (Artinian,2004, s. 71, 90-91).
1855 yılına gelindiğinde 20 kişilik mecliste Garabed Amira Balyan ve Hovhannes Amira Dadyan’dan başka amira kalmamıştı. Fakat buna rağmen bu isimler eski bir refleksle kimseye danışmadan cemat idaresinde hatta ruhanilerin tayininde kararlar alabiliyor ve gündemi belirleyebiliyorlardı. Bu nedenle Ermeni Patrikhanesi’nin loğofeti ve Mustafa Reşid Paşa’nın danışmanı olan Hagop Gırcikyan, Dr. Serviçen, Nigoğos Balyan, Nahabed Rusinyan ve Kirkor Odyan gibi Avrupa’da eğitim almış, genç ve aydın isimlere cemaatin idaresi için bir nizamnameye gerek olduğunu anlatarak 1863’te kabul edilecek olan Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’ın ilk fikirlerinin tohumlarını attı. Uzun yıllar süren çalışmalar ve çatışmalar neticesinde kabul edilen nizamname ile amiraların da esnafların da cemaat içerisindeki etkinlikleri asgariye indirildi.
Alboyacıyan, Arşag. (1910). Azkayin Sahmanatrutyunı, İr Dzakumı yev Girarutyunı. Intartzag Oratsuyts Surp Pırgiç Hivantonotsi Hayots. ss. 76 – 528
Alboyadjian, Arşag (1965), Les Dadian, Cairo
Andreasyan, Hrant D. (ed.) (1974), Osmanlı-İran-Rus İlişkilerine Ait İki Kaynak, İstanbul
Artinian, Vartan (2004), Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu (1839-1863), çev. Z. Kılıç, İstanbul
Barsoumian, Hagop L. (2007), The Armenian Amira Class of Istanbul, Yerevan
Cevdet Paşa (1999), Tezakir c. III. Ankara
Süryani Mihail, Vekayiname, TTK Kütüphanesi, Elyazmaları Bölümü, T/44
Yumul, Arusyak (2004), “Osmanlı’nın İlk Anayasası”, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu (1839-1863), İstanbul, s. 164-180[:en]
Alboyacıyan, Arşag. (1910). Azkayin Sahmanatrutyunı, İr Dzakumı yev Girarutyunı. Intartzag Oratsuyts Surp Pırgiç Hivantonotsi Hayots. ss. 76 – 528
Alboyadjian, Arşag (1965), Les Dadian, Cairo
Andreasyan, Hrant D. (ed.) (1974), Osmanlı-İran-Rus İlişkilerine Ait İki Kaynak, İstanbul
Artinian, Vartan (2004), Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu (1839-1863), çev. Z. Kılıç, İstanbul
Barsoumian, Hagop L. (2007), The Armenian Amira Class of Istanbul, Yerevan
Cevdet Paşa (1999), Tezakir c. III. Ankara
Süryani Mihail, Vekayiname, TTK Kütüphanesi, Elyazmaları Bölümü, T/44
Yumul, Arusyak (2004), “Osmanlı’nın İlk Anayasası”, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu (1839-1863), İstanbul, s. 164-180