Avrupa devletleri tarafından 1895 yılında Bâbıâlî’ye verilen muhtırada isimleri belirlenen ve “Vilayât-ı Sitte” olarak kavramlaştırılan altı Osmanlı vilayetinden birisi olan Sivas’ta Türk ve Ermeni topluluklarının birlikte yaşamalarının tarihi Bizans dönemine kadar uzanır. Ücretli asker olarak bu devletin ordusunda istihdam edilen Bulgar, Peçenek ve Uz gibi Hıristiyan Türkler ile Ermeniler, Kapadokya’nın en önemli merkezi Sivas’a yerleştirilmişlerdi. Sivas’ta ilk Ermeni iskânının bu şekilde başladığı bilinmektedir. Ermenilerin Sivas’a kitleler halinde yerleşmeleri ise, Van’daki Ermeni Prensi Senekerim’in, gittikçe artan Türk akınları ve Bizans baskısı yüzünden topraklarını 1021 yılında İmparator Basileios’e terk ederek, güvenli bir bölge olan Sivas’a yerleşmesiyle olmuştur. Ardından 14.000 kişilik bir Ermeni kitlesi Sivas havalisine göçürüldü. Senekerim burada Bizans’ın vasalı bir yönetim kurdu. Selçukluların Sivas’a yerleşmelerinden sonra buradaki gayrimüslim Türklerin bir kısmı İslam dinine girerken, daha ziyade kırsal kesimde yaşayan ve Hıristiyan kalmayı benimseyen diğer kısmı Ermeni ve Rumlarla birlikte yan yana yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
İmparator IV. Romanos Diogenes, Malazgirt seferine giderken 1071 Mart’ında Sivas’a geldiğinde, Senekerim’in oğulları Atom ve Abusahl, ona bağlılık bildirmişlerdi. Ancak Rumlar, Ermenilerin kendilerine saldırdıklarını ileri sürerek iki kardeşi imparatora şikâyet edince Diogenes, askerlerine şehri yağmalattı. Pek çok Ermeni katledildi. Sivas’ta bir Ermeni krallığına öteden beri karşı olan Rumlar, 1081’de prensleri de öldürdüler. Şehir imparator III. Nikephoros tarafından Bizans İmparatorluğu’na ilhak edilince Sivas’taki altmış yıllık Ermeni yönetimi sona ermiş oldu. Bizans’ın tutumu bir yandan bölgedeki Ermeni nüfusunun ciddi biçimde azalmasına yol açarken, diğer yandan Ermenilerin Türk adalet ve hoşgörüsüne sempati duymalarına ve böylece bölgenin Selçuklular tarafından fethinin kolaylaşmasına etki etmiştir.
Büyük Selçuklulardan sonra Danişmendli, Türkiye Selçukluları, Eratnalılar ve Kadı Burhaneddin idareleri zamanında Sivas’ın Türkleşmesine paralel olarak Bizanslı arazi aristokratlarının yavaş yavaş bölgeyi terk etmesi, sosyal yapının yanında iktisadi hayatın da Türklerin eline geçmesiyle sonuçlandı. Ermeniler, Türklerle uyum içerisinde yaşamayı sürdürdüler. Türk-İslam uygarlığının oluşmasını sağlayan cami, medrese, kervansaray gibi yapıların inşa edilmesinde Hıristiyan toplumun yardımı ve birikiminden istifade edildi. Türk ve Hıristiyan esnaf, üretim faaliyetlerini de birlikte yürüttüler (Demir, 2005: 96). Bununla birlikte, özellikle buhran dönemlerinde, Ermenilerin Türk devletine ve Türklere kast eden eylemleri de olmuştur. Örneğin 1243’teki Kösedağ bozgununun ardından başlayan Moğol yağmasından kaçan Müslümanlar yollarda Ermenilerin saldırılarına maruz kalmışlardır (Akdağ, 1995: 58). Kadı Burhaneddin’in ölümünden (1398) sonra Sivas ve çevresinin Osmanlı Devleti’ne katılması, Türk-Ermeni ilişkilerini değiştirmedi. Timur’un 1400 yılındaki istilasında Ermeniler de işkence ve katliama maruz kalmak suretiyle binlerce Müslüman-Türk’le aynı kaderi paylaştılar. Felaketin yol açtığı yaralar da iki toplumun dayanışmasıyla sarıldı.
İstanbul’un fethinden sonra Anadolu’dan İstanbul’a nüfus nakli sırasında Sivas’tan götürülen bir grubun Sulumanastır’a yerleştirilmesi nedeniyle Sivas’taki Ermeni nüfusu düşmüştür. Celali isyanlarının yol açtığı huzursuzluk da Ermeni göçüne yol açmıştır. Tam bir serbestlik ortamında dinî ve ticari etkinliklerini yerine getiren Ermeniler, kültürel konularda kendilerini yetiştirme imkânı bulmuşlardır. Dinî ve bilimsel anlamda olgunluğa erişenler İstanbul ve diğer büyük şehirlere giderek ibadethane ve okullarda görev almışlardır. Örneğin, Katolik mezhebinin Osmanlı ülkesinde gelişip büyümesinde büyük payı bulunan Mekhitarist hareketin kurucusu Abbod Mekhitar Sivas’ta yetişmiştir. Ticaret ve sanatkârlıkla uğraşan Ermeniler bölgenin iktisadi hayatına yön verecek düzeye gelmişlerdir. II. Mahmud döneminde şehir merkezindeki basmacı, çizmeci, çadırcı, dülger, hekim, kalaycı, kuyumcu ve kürkçü esnafının tamamı; berber, kasap, bakkal, tellak ve terzi esnafının bir kısmı Ermenilerden oluşmaktaydı (Demirel, 1989: 42). Köylerde yaşayanları ise tarımla uğraşmaktaydı. Tanzimat’tan sonra ticarete daha sıkı bağlanan Ermeniler pazar ağlarını doğuda Halep’e, batıda İstanbul’a kadar genişletmişlerdi.
Türkmen boyları Sivas yöresine yerleşirken geleneklerini de getirmiş olmalarına rağmen, buranın eski yerlileriyle uzlaşarak yaşama yolunu benimsemişlerdi. Yüzyılların potası bu barışı olgunlaştırmış, bunun neticesinde dilde, etnografyada, folklorda ve mimaride özgün biçimlemeler doğup gelişmiştir. Bugün bile özellikle Divriği ve Zara gibi yörelerin Anadolu’nun zengin kültür yataklarından olmasının sırrı bu süreçte saklıdır. Örneğin Divriği ağzında Ermenilerden geçen isimleri, deyimleri görmek mümkündür. Bunun yanında aşk türkülerine aksetmiş Türk ve Ermeni gençleri arasındaki gönül maceraları sayılmakla bitmez. Farklı dinlere mensup olmalarına rağmen Türkler ve Ermeniler arasındaki inanç ve gönül sorunları, komşuluk hukuku öylesine dengelenmişti ki, yabancı parmağının Anadolu’ya fitne bulaştırdığı 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, iki toplumu cepheleştiren, onları çatıştıran herhangi bir olay meydana gelmemiştir. Hatta bu dönemde bile dostluklar tam anlamıyla bozulmamış, Avrupalıların Pax Ottomana diye altını çizdikleri Osmanlı barışının en iyi resmedildiği bölgelerden biri olmuştur (Sakaoğlu, 1998: 22-23).
Fatih döneminden, 19. yüzyılın başlarına kadar olan üç yüzyıllık süreçte şehir merkezindeki Ermeni nüfusu Müslümanların üzerindeydi. 1831’deki ilk resmî sayımda 1721 Müslüman hanesine karşılık 1780 gayrimüslim hanesi tespit edilmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında nüfus dengesi Türkler lehine değişmiştir. 1877 yılında 2.500 haneye sahip Ermenilerin Surp Asdvadzadzin ana kilisesiyle birlikte dört kiliseleri bulunmaktaydı. 13 papazın görev yaptığı ana kilise, başta çarşıdaki 8 dükkân ile 30 odalı bir han olmak üzere, kira getiren mülklere sahipti (Natanyan, 2008: 238). Aynı tarihlerde erkek ve kız çocukların eğitim gördükleri dört ilkokul ile 300 öğrencisi bulunan yüksekokulları vardı. Şehirde faaliyet gösteren 13 handan en büyüğü olan Aramyan Hanı, 38 dükkânı ve 11 mağazası ile iktisadi hayatı canlı tutan merkezlerden biriydi (Pamukciyan, 1980: 70). Ermeniler 1869 yılında vilayetin ilk özel gazetesi Tsayn Sepasdatsvot’u (Sivas’ın Sesi), bir yıl sonra ise Mamulin Zankı (Basının Çan Sesi) ve Sev Hoğer’i (Kara Topraklar) çıkarmışlar, bunları 1905-1907 arasında yayımlanan Ged dergisi, 1909-1912 arasında yayımlanan Antranik gazetesi ve diğerleri izlemiştir (Paçacıoğlu, 2002: 237). Valiliğin yayın organı olarak 1880 yılında çıkmaya başlayan Sivas gazetesi ise Türkçe-Ermenice basılmıştır. Sivas’ın 1909’da yayın hayatına giren ilk Türkçe özel gazetesi Vicdan’da Ermeni kalemleri de bulunmaktaydı.
19. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’yu etkisi altına alan misyonerlik dalgası Sivas Ermenilerini de etkilemiştir. Fransız ve Amerikan okullarında okuyan Ermeni çocukları kendilerini devlet hayatına ve bürokrasiye taşıyacak derslerden başka, güzel sanatları ve marangozluk, oymacılık, terzilik, saatçilik gibi dönemin gözde sanatlarını öğrenme imkânı buldular. Bununla birlikte ayrılıkçı hareketlere yönelenler de oldu. Mezhep değiştirip protestanlaşan pek çok Ermeni, daha ileri eğitim için misyonerler tarafından Amerika’ya gönderilmiş, burada liberal ve ayrılıkçı fikirlerle beslendikten sonra ülkeye dönerek Ermeniler arasında özgürlük propagandası yapmış ve kimi terör olaylarını yönetmiştir. Osmanlı vatandaşlığını sürdürmeyi yeğleyenler, mezhep değiştirenleri dışlamışlar, hatta zaman zaman aralarında çatışmalar yaşanmıştır. Daha 1854 yılında, Divriği kazasında Protestan mezhebine giren Ermenilerin, komşuları tarafından darp ve tahrik edildikleri ve evlerinin taşlandığı yönündeki şikâyetleri Bâbıâli’ye ulaşmıştı. Bu arada konsolosların ve misyonerlerin teşviklerinin doğurduğu olaylardan olumsuz etkilenen çok sayıda Ermeni ihtida yolunu tercih etmiştir (Kuzucu, 2014: 18). Kısacası misyonerler, Sivas Ermenilerini protestanlaştırma ve terörize etme açısından diğer vilayetlerdeki kadar başarılı olamamışlardır. Öte yandan Ermeniler içerisinde, bağımsız bir devletlerinin olacağına inanmayanlar, hatta Osmanlı Devleti’nden ayrılmanın aleyhinde bulunanlar hatırı sayılır bir yekûn teşkil etmekteydi. Bunlar, Rusya’nın Anadolu’yu işgal etmesi halinde dinlerini ve milliyetlerini unutturacağını düşünüyorlardı (Burnaby, 1998: 142-143).
Sivas, terör ve isyanlar sürecini Vilayât-ı Sitte’nin diğer bölgelerine göre daha sakin geçirmiştir. Bunda, dirayetli valilerin politikaları kadar, Ermeni ahalinin barışçı tutumları etkili olmuştur. 1880 yılında kendi arkadaşları tarafından öldürülen tüccar cinayetini bahane eden bir grup Ermeni’nin Piskopos Bedros’un yönlendirmesiyle Vali İsmail Hakkı Paşa’nın evini basmasından sonra, 1893’ten itibaren özellikle kaza ve köylerde kazı karışıklıklar yaşanmıştır. Aynı dönemde Sivas’ta doğup Osmanlı ya da misyoner okullarından mezun olan onlarca Ermeni, payitahtta ve yurdun değişik bölgelerinde mühendislik, müdürlük ve kaymakam yardımcılığına kadar uzanan geniş bir yelpazede memurluk yapmaktaydı (Öntuğ-Sunay, 2007: 414-417). Aklıselim Ermenilerin ekonomik gerekçelerle ülke dışına göçlerinin sürdüğü bu dönemde, II. Meşrutiyet’in seyahat özgürlüğünden istifade eden komiteciler, köylerde ve kırsalda yaşayan bazı Ermenileri silahlandırdılar. Sivas milletvekili Nazaret Dagavaryan, aynı zamanda, kurucuları arasında yer aldığı Ramgavar örgütünde yöneticilik yapmaktaydı. Ermenileri sadık vatandaşlar olarak görmeye devam eden yerel yöneticilerin, devlete başkaldıranlarla, bağlı kalanları birbirinden ayırma duyarlılığı, terörle ve bölücülükle mücadeleyi güçleştirmekte idi. Karahisar-ı Şarkî ve Suşehri bölgesinde meydana gelen büyük olaylar Müslümanların moral gücünün kırılmasına yol açmış, iki toplum arasındaki gerginlik yer yer husumete dönüşmüştü. Nihayet 1915 Haziran’ında Karahisar isyanı patlak verdi. Kalede mevzilenen komiteciler halkın üzerine ateş açıp, Müslüman mahallelerinde yangınlar çıkarttılar. Asilerin direnişi yirmi beş gün sonra kırılabildi. İsyanda çoğu asker yaklaşık 120 Müslüman şehit oldu. Ermeniler de zayiat vermişti, ancak bunlar çatışma nedeniyle değil, hükümet güçlerine teslim olmak istedikleri için papaz Gerih ve Reis Antranik tarafından kurşuna dizilmişlerdi. 300’ü aşkın asi ise kaleden kaçmayı başarmıştı.
Sivil halkın hedef alınıp şehrin yakılmasıyla savaş havası verilen Karahisar isyanı, Ermenilerin Devlet-i Aliyye’ye karşı niyetlerini ortaya serdiği gibi, haklarında tehcir kararının alınmasına yeterli bir gerekçe teşkil etmişti. Sivaslı Ermeniler 5 Temmuz 1915 tarihinden itibaren demiryoluyla Diyarbakır-Cizre üzerinden Musul, Urfa ve Zor bölgesine sevk edildiler. Yol boyunca ve gidecekleri yerde karşılaşacakları problemlerle ilgili her türlü önlemin alınmış olmasına rağmen bazıları, vilayetten ayrılırken son saldırılarını yapmaktan geri durmadılar. Buna karşın hükümet, göç sırasında Ermenilere kötü muamelede bulunan yönetici ve memurları Divan-ı Harp kararı ile cezalandırmak âlicenaplığını göstermiştir. Sadece Sivas’ta, aralarında kaymakam gibi üst düzey görevlilerin de bulunduğu 648 memurunu, idam da dâhil çeşitli cezalara çarptırmıştır (Beyoğlu, 2001: 191). Öte yandan Zara gibi bazı bölgelerde Müslüman idarecilerin de yönlendirmesiyle sayısız Ermeni ihtida ederek tehcir uygulamasından kurtulmuşlardı. Savaş bittikten sonra tekrar eski dinlerine dönebilecekleri de yine belediye reisi ve jandarma komutanı tarafından kendilerine müjdelenmişti (Ceyhan, 1999: 31-36).
Mondros Mütarekesi’nden sonra tehcirdekilerin Sivas’a dönüşü başladı. Bunlardan bir kısmı, işgal kuvvetleriyle işbirliği yaparak Türklere karşı savaştılar. Ancak Türk ordusunun Millî Mücadele’den zaferle ayrılması ve işgalcilerin Ermenilerden desteğini çekmesi hayal kırıklığı yarattı. İşgalciler Anadolu’yu terk ederken işbirlikçileri de onları takip etti. Cumhuriyet idaresinin her türlü güvencesine rağmen büyük ölçüde ekonomik güçlüklerden kaynaklanan Ermeni göçü devam ederken, Sivas’ta kalıp Müslüman komşularıyla, dostça yaşamayı tercih edenlerin sayısı az değildi. Özellikle şehir ve kaza merkezlerinde terzi, hekim, nalbant, çilingir ve yapı ustası Ermeniler, birçok Türk gencinin belirtilen mesleklerde yetişmesini sağladılar (Alkan, 1998: 6-8). Az sayıda Ermeni ailesi bugün Sivas’ta Müslüman komşularıyla yaşamaya devam etmektedirler.
Akdağ, Mustafa (1995), Türkiye’nin İktisadî ve İctimaî Tarihi (1243-1453), c. I, İstanbul.
Alkan, Ahmet Turan (2008), “Sivaslı Ermenilere Dair”, Revak-1998, Sivas, s. 6-15.
Beyoğlu, Süleyman (2001), “1915 Tehciri Hakkında Bazı Değerlendirmeler”, Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar, haz. E. Afyoncu, İstanbul, s. 185-198.
Burnaby, Frederick (1998), Küçük Asya Seyahatnamesi Anadolu’da Bir İngiliz Subayı, 1876, çev. M. Gaspıralı, İstanbul.
Ceyhan, Kirkor (1999), Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, İstanbul.
Demir, Mustafa (2005), Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri, Adapazarı.
Demirel, Ömer (1989), II. Mahmud Döneminde Sivas’ta Esnaf Teşkilatı ve Üretim-Tüketim İlişkileri, Ankara.
Kuzucu, Kemalettin (2014), “1021’den 1921’e Türk-Ermeni İlişkilerinin Sivas Boyutu”, Tarihte Türkler ve Ermeniler, c. IV, Ankara, 1-54.
Natanyan, Boğos (2008), Sivas 1877, çev. S. Malhasyan, İstanbul.
Öntuğ, Mustafa Murat-Serap Sunay (2007), “Sivas Doğumlu Ermeni Memurlar (Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre)”, Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri, c. I, Sivas, 391-417.
Paçacıoğlu, Burhan (2002), “Cumhuriyete Kadar Sivas Basını ve İrade-i Milliye’nin Yeri”, Sivas Kongresi I. Uluslararası Sempozyumu, Sivas, s. 227-249
Pamukciyan, Kevork (1980), “Ermeni Harfleri ile Yazılmış Türkçe Bir Mecmuaya Göre Sivas”, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, Sayı 11, 1 Kasım 1980, s. 66-71.
Sakaoğlu, Necdet (1998), Anadolu Derebeyi Ocaklarından Köse Paşa Hanedanı, İstanbul.[:en]
Akdağ, Mustafa (1995), Türkiye’nin İktisadî ve İctimaî Tarihi (1243-1453), c. I, İstanbul.
Alkan, Ahmet Turan (2008), “Sivaslı Ermenilere Dair”, Revak-1998, Sivas, s. 6-15.
Beyoğlu, Süleyman (2001), “1915 Tehciri Hakkında Bazı Değerlendirmeler”, Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar, haz. E. Afyoncu, İstanbul, s. 185-198.
Burnaby, Frederick (1998), Küçük Asya Seyahatnamesi Anadolu’da Bir İngiliz Subayı, 1876, çev. M. Gaspıralı, İstanbul.
Ceyhan, Kirkor (1999), Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, İstanbul.
Demir, Mustafa (2005), Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri, Adapazarı.
Demirel, Ömer (1989), II. Mahmud Döneminde Sivas’ta Esnaf Teşkilatı ve Üretim-Tüketim İlişkileri, Ankara.
Kuzucu, Kemalettin (2014), “1021’den 1921’e Türk-Ermeni İlişkilerinin Sivas Boyutu”, Tarihte Türkler ve Ermeniler, c. IV, Ankara, 1-54.
Natanyan, Boğos (2008), Sivas 1877, çev. S. Malhasyan, İstanbul.
Öntuğ, Mustafa Murat-Serap Sunay (2007), “Sivas Doğumlu Ermeni Memurlar (Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre)”, Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri, c. I, Sivas, 391-417.
Paçacıoğlu, Burhan (2002), “Cumhuriyete Kadar Sivas Basını ve İrade-i Milliye’nin Yeri”, Sivas Kongresi I. Uluslararası Sempozyumu, Sivas, s. 227-249
Pamukciyan, Kevork (1980), “Ermeni Harfleri ile Yazılmış Türkçe Bir Mecmuaya Göre Sivas”, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, Sayı 11, 1 Kasım 1980, s. 66-71.
Sakaoğlu, Necdet (1998), Anadolu Derebeyi Ocaklarından Köse Paşa Hanedanı, İstanbul.