Kamuoyu tarafından yaygın olarak bilindiğinin aksine, “Ermeni Sorunu” olarak da adlandırılan “1915 Olaylarına İlişkin Ermeni İddiaları” 1987 yılından itibaren değil, Türkiye’nin Avrupa Toplulukları (AT) dolayısıyla Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerinin hukuksal başlangıcını oluşturan 1 Aralık 1964 tarihinden günümüze değin önemli bir olgu olarak yer almaktadır. Diğer bir değişle vurgularsak, “Lausanne Barış Antlaşması ile kapanmış olan Ermeni sorunu 1964 yılında yeniden açılmıştır”. (Şimşir, 2006, s. 251)
Daha geniş bir ifade ile belirtirsek, “1915 Olaylarına İlişkin Ermeni İddiaları” yeniden gündeme getirilmesinde en büyük etkiye sahip olay, Türkiye’nin 31 Temmuz 1959 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluğu (AET)’na yaptığı ‘ortak üyelik’ müracaatı olmuştur. Çünkü bu müracaatın ardından Türkiye ile AET arasında 12 Eylül 1963 tarihinde ‘Ortaklık Antlaşması’nın imzalanması ve bu Antlaşmanın 1 Aralık 1964 tarihinde tarafların iç hukuklarında belirtilen yöntemlere uygun bir biçimde onaylandıktan sonra yürürlüğe girmesi sürecinde “1915 Olaylarına İlişkin Ermeni İddiaları” yeniden gündeme getirilmiştir.
Türkiye’nin özellikle AT/AB üyelik sürecinde attığı adımların etkisi[1] ile Ermeni Sorunu’nun yeniden gündeme taşındığı bu süreç içerisinde, Ermeni Kilisesi yine ön planda yer almıştır. 1915 Olaylarının 50. yılı gerekçe gösterilerek Ermenilerin büyük Patriği Eçmiyadzin Katogikosu Vazken I ve Antilyas Patriği Kilikya Katogikosu Khoren I tarafından üç gün ara ile bildiriler yayımlanmıştır. Ermeni Patrikleri, 16 Ağustos 1964 ve 19 Ağustos 1964 tarihli bu bildirileri ile tüm Dünyayı, 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etmeye davet ederek, “Türkiye Cumhuriyeti’ne açıkça savaş ilan ettiler (etmişlerdir)”[2].
Her iki Ermeni din adamının açıklamalarının yapıldığı tarih son derece manidardır. Zira tarihte tesadüf diye bir şey yoktur ve yayımlanan bildirilerin bir yandan Kıbrıs Sorunu’nda yaşanan gelişmeler diğer yandan da Türkiye’nin AB/AT üyelik sürecinin başlaması ile doğrudan alakalı olduğu açıktır. Daha net bir ifade ile vurgularsak, Türkiye’nin AB/AT’ne üyeliğini engellemek için başlatılan ve günümüze değin süren “1915 Olaylarına İlişkin Ermeni İddiaları” kapsamındaki propaganda süreci 1964 yılında başlatılmıştır.
Türkçe ve yabancı dillerde literatür taraması yapıldığında ise Türkiye–Ermenistan ilişkilerinde AB faktörünü analiz eden, sınırlı sayıda fakat nitelikli çalışmalar tespit edilmektedir. Lakin bu çalışmaların hemen hemen hepsinin ya AB Organlarının “1915 Olaylarına İlişkin Ermeni İddiaları” kapsamında aldığı kararları ya da AB üyesi kimi devletlerin ulusal parlamentolarında ve iç hukuklarında aldığı kararları incelediği görülmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin tam üyelik süreci itibarıyla her yıl yayımlanan AB İlerleme Raporları’nda Türkiye–Ermenistan ilişkilerinin ele alınışını, kapsamlı bir biçimde karşılaştırmalı olarak analiz eden bir çalışma[3] bulunmamaktadır.
Bu çalışma bağlamında ise “Ermeni Sorunu”nun yani “1915 Olaylarına İlişkin Ermeni İddiaları”nın Türkiye-AB ilişkilerine etkilerinin beş önemli husus dikkate alınarak analiz edilmesi gerektiği savunulacaktır.
Bu sorunları şu şekilde tanımlamak mümkündür:
İki komşu devlet arasındaki ilişkileri etkileyen bu üç ana sorun, kendi içinde farklı tarihsel temellere, iddialara ve tezlere dayanmakla beraber, bu sorunların çözümüne ilişkin yaşanan süreçler dikkate alındığında, aralarında bağlantı kurulduğu görülmektedir. Bu bağlantı hiç şüphesiz doğrudur. Zira özellikle son yıllarda, “1915 Olaylarına İlişkin Ermeni İddiaları” bağlamında “soykırım iddiaları” ile “Sınır Kapılarının Açılması Sorunu”nun[4] Türkiye’nin önüne eş zamanlı getirildiği ve AB ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere Ankara’ya baskı yapıldığı görülmektedir. Ancak, önemle vurgulamak gerekmektedir ki, kamuoyunda zaman zaman belirtildiği üzere Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulmaması ve sınır kapılarının açılmamasının nedeni “1915 Olaylarına İlişkin Ermeni İddiaları” bağlamında “soykırım iddiaları” değil, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı uluslararası hukuka aykırı bir biçimde işgal etmesidir.
Bu bağlamda, aşağıda belirttiğimiz tespitler hiç şüphesiz akılda tutulmalıdır:
[1] Kıbrıs sorunundaki gelişmelerin de etkisi bu kapsamda dikkate alınmalıdır.
[2] Benzetme Bilal Şimşir’e aittir. Ermeni Patriklerinin açıklamaları ve konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.; Şimşir, 2006: ss. 221-228.
[3] Bu kapsamda belirtilmesi gereken tek istisnai çalışma için bkz., Altınbaş, 2011, ss. 71-74.
[4] “Sınır Kapılarının Açılması Sorunu” birçok AB raporunda ve maalesef bazı Türkçe eserlerde de “sınır sorunu” olarak tanımlanmaktadır.
[5] CDCA Avrupa’nın ismi, Adalet ve Demokrasi için Avrupa Ermeni Federasyonu (The European Armenian Federation for Justice and Democracy – EAFJD) olarak değiştirilmiştir. EAFJD’nin web sitesinin adresi şöyledir: http://www.eafjd.eu/ (e.t. 28.02.2015)
[6] FAAE web sitesinin adresi şöyledir: http://www.faaeurope.eu/ (e.t. 28.02.2015)
Adalet ve Demokrasi için Avrupa Ermeni Federasyonu (The European Armenian Federation for Justice and Democracy – EAFJD) http://www.eafjd.eu/ (e.t. 28.02.2015)
Altınbaş, Deniz, “Avrupa Birliği Kurumlarında “Ermeni Meselesi”“, Ermeni Araştırmaları, Sayı 39, 2011.
Avrupa Ermeni Dernekleri Forumu (The Forum of Armenian Associations in Europe – FAAE) web sitesinin adresi şöyledir: http://www.faaeurope.eu/ (e.t. 28.02.2015)
Özdal, Barış, “Avrupa Birliği İlerleme Raporları Bağlamında Türkiye-Ermenistan İlişkilerinin Analizi”, I. Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri ve Büyük Güçler Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Erzurum/Türkiye 2-4 Mayıs 2012 Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları No. 1033, 2014, ss. 113-124.
Özdal, Barış, “Avrupa Birliği, Türkiye – Ermenistan İlişkilerini Nasıl Okuyor? –İlerleme Raporları İtibarıyla Genel Bir Analiz”, Yeni Türkiye Ermeni Meselesi Özel Sayısı, Cilt V, Eylül-Aralık 2014, Yıl 20, Sayı 64, ss. 3843–3852;
Şimşir, Bilal N., Ermeni Meselesi 1774–2005, Ankara: Bilgi Yayınevi, 3. Baskı, 2006.