1915 yılı Kafkas cephesinde büyük sivil kayıplarının yaşandığı bir dönem oldu. Müslüman-Hristiyan, Türk, Ermeni, Çerkez, Kürt, Arap, şehirli-köylü, zengin-fakir, toplumun bütün kesimleri büyük acılar yaşadılar. Sınır bölgesindeki Osmanlı vilayetlerinde yüz binlerce insan, çetelerin düzenlediği kanlı saldırılar veya kötü hayat koşulları nedeniyle hayatını kaybetti. Geriye kalanların büyük çoğunluğu, yerlerini yurtlarını terk ederek başka diyarlara göç etmek zorunda kaldı. Bölge neredeyse tümüyle boşaldı. Ocaklar söndü, köyler, kasabalar, şehirler yerle bir oldu.
Ermeniler, Ruslarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle çıkartılan bir kanun gereği zorunlu göçe tabi tutulmuşlardı (Düstûr, 1336, s. 609). Müslümanlar ise işgalci Rus kuvvetleriyle birlikte hareket eden Ermeni çetelerinin saldırılarına uğradıkları için kaçmak zorunda kalmışlardı. Ancak aynı coğrafyada, neredeyse iç içe denilebilecek bir şekilde meydana gelen bu iki zorunlu göç hareketine bilim dünyasının ve siyaset çevrelerinin yaklaşımı, maalesef tam bir çifte standart örneği olmuştur. Ermenilerin zorunlu göçü, daha işin başından itibaren ön plana çıkartılarak en küçük ayrıntılarına kadar araştırılıp yoğun tartışmalarla sürekli olarak gündemde tutulurken, Müslümanların yaşadığı göç felâketi görmezden gelinerek tümüyle yok sayıldı. Cemal Paşa, 1920 yılında yayınlanan anılarında daha o zaman bu çifte standarda dikkat çekerek şunları yazmıştı (Cemal Paşa, 1996, s. 372-373):
1915 tehciri esnasında yapıldığını duyduğum cinayetler cidden nefrete şayandır. Fakat… Rus istilası esnasında Ermeni zulüm ve cinayetlerinden kurtulmak için Diyarbakır üzerinden Halep ve Adana yoluyla Konya’ya ve Erzurum ve Erzincan’dan Sivas’a iltica etmiş olan Kürt ve Türk muhacirlerin gösterdikleri manzara bundan daha az sefilâne değildi. O biçareler Müslüman oldukları için hiçbir Alman veya Amerikalı misyoner, onlar için raporlar yazmadı ve onların felaket ve sefaletini edebi bir lisanla anlatmak lüzumunu vicdanında hissetmedi.
Günümüzde de maalesef aynı şekilde devam etmekte olan bu anlayış, savaş yıllarında sadece Ermenilerin zarar gördüğü ve bunun tek sorumlusunun da Türkler olduğu şeklinde yanlış bir algının oluşmasına neden olmaktadır. Yılların alışkanlığıyla artık bir inanç meselesi haline gelmiş olan bu algı, Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesini önleyerek barış ve işbirliğinin önünü tıkayan başlıca engel durumuna gelmiş bulunmaktadır.
Siyaset ve bilim dünyasının umursamazlığına inat, bugün bile Anadolu’nun birçok yerinde Müslümanların göçünü ve onların acı hatıralarını bilenlerin sayısı hiç de az değildir. Bu anılar, köy odalarında, tandır başlarında nesilden nesile anlatılarak günümüze kadar gelmiştir. Bölge halkı arasında kaça-kaç, ya da muhaceret olarak bilinen bu göçe katılanlar, devletin resmî belgelerine menâtık-ı harbiyyeden civâr vilâyetlere ilticâ eden ahâli veya Van, Erzurum, Bitlis, Trabzon havalisinden civâr mahallere hicret ve ilticâ etmiş olanlar gibi ifadelerle kaydedilmiştir. Daha sonra ise Yunan işgali nedeniyle İzmir ve çevresinden kaçan mültecilerden ayırt edilmek için Vilâyât-ı Şarkiye mültecileri olarak adlandırılmışlardır.
Müslüman mültecilerin yürek sızlatan halleri, daha savaşın ilk günlerinden itibaren dikkat çekmeye başlamış (Hafız Hakkı Paşa, s. 95, 100; İlter, 2007, s. 15), ancak asıl büyük göç, Rus işgalinin gelişimine bağlı olarak iki aşamalı gerçekleşmişti. İlk aşamada, 1915 Nisanında işgale uğrayan Van yöresi halkı göç etmeye başlamış, daha sonra 1916 Ocak ayından itibaren işgal edilmeye başlanan Erzurum, Erzincan, Bitlis ve Trabzon vilayetleri halkı da onların açlık ve sefaletine ortak olmak zorunda kalmıştı. Muhacirin Müdir-i Umumisi Hamdi Bey’in bizzat yaptığı açıklamaya göre göç eden Müslümanların sayısı bir buçuk milyon civarındaydı (Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Devre 2, 1991, s. 217). Bazı tahminlere göre sayı bir buçuk milyonu da çoktan geçmişti (Tasvir-i Efkâr, 11 Mayıs 1919, s. 2). Bu büyük mülteci kitlesi aslında bağımsız Ermenistan hayalinin kurbanı olmuştu.
1914 tarihli Osmanlı resmî nüfus istatistiğine göre Doğu vilayetlerinde Ermeniler nüfusun % 20’sinden bile azdılar (Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri, 2005 s. 609). Bu demografik yapı, Osmanlı topraklarında bir Ermeni devletinin kuruluşu ve devamı karşısında büyük bir engel olarak duruyordu. Ancak Ermeni çeteleri, savaş ortamından yararlanarak bu engeli de ortadan kaldırmayı düşünüyorlardı. Yöntemleri basit ve bir o kadar da acımasızdı. Etnik temizlik yapılacaktı. Ele geçirilen Müslümanlar, kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürülecek, katliamlar dehşet verici yöntemlerle işlenecekti. Böylece etrafa korku salınarak diğer Müslümanların da bölgeyi terk etmeleri sağlanacaktı.
Özellikle işgalci Rus kuvvetlerine öncülük eden Gönüllü Ermeni Birlikleri, bu düşünceyle yakıp yıktıkları köy ve kasabalarda binlerce masumun kanına girdiler. Onların bu vahşet gösterisi, döneme ait raporlardan birine “Çeteler geçtikleri Müslüman köylerinin mallarını yağmalayıp beşikteki çocuklarına varıncaya kadar öldürerek ilerliyorlardı. Yaptıkları alçaklıkları işiten köylerdeki kadın ve çocuklar evlerini öylece bırakarak gerilere doğru kaçıyorlardı.” şeklinde yansımıştır (Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri, 2005, s. 411).
Asıl niyeti, Anadolu’yu Ermenilere bırakmadan kendi hâkimiyeti altına almak olan Çar hükümeti ise, işgal ettiği Osmanlı topraklarını, Don ve Kuban Kazaklarını yerleştirerek kolonize etmeyi tasarlıyordu (Uras, 1987, s. 626-627). Böyle gizli bir gündeme sahip olan Rus politikası için bölge Müslümanlarının Ermeniler eliyle ortadan kaldırılması, kolonizasyon projesinin önünü açacak memnuniyet verici bir gelişmeydi. Bu nedenle Ermeni saldırılarını önlemeye çalışmak yerine çoğu zaman “Kaçınız! Kaçınız! Ermeniler geliyor, sizi de keserler.” diyerek halkı kaçmaya teşvik ediyorlardı (Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri, 2001, s. 17).
İsyancı Ermenilerin yakın dostları olan Amerikalı misyonerler de, Müslümanların kaçışını büyük bir memnuniyetle izliyorlardı. Onlardan biri olan Miss Knapp, eli kanlı çetelerin gelişini umut ışığı olarak değerlendirmiş, savunmasız kadın ve çocukların onların önünden Van Gölü’ndeki yelkenlilere doğru kaçışını yüksekçe bir damın üzerine çıkarak keyifle izlemişti (Brayce-Toynbee, 2005, s. 491). Gözü dönmüş isyancıların yakın dostlarından biri olduğuna göre Miss Knapp, Tatvan’a gitmek üzere açılan bu yelkenlilerdeki zavallı insanların birkaç saat sonra Ermeni kayıkçılar tarafından çetelere teslim edilerek öldürüleceklerini de muhtemelen biliyordu (Demiroğlu, 1985, s. 64).
Kağnılar ve yük hayvanları, yörenin yegâne ulaşım vasıtalarıydı. Onların da önemli bir bölümü cephenin ihtiyaçlarına karşılık ordu hizmetine alınmış olduğundan halkın elinde ulaştırma vasıtası adına neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Bu yüzden çetelerin önünden kaçmaya çalışan göç kafileleri, uçsuz bucaksız dağları, ovaları, vadileri çoğunlukla yaya olarak geçmek zorunda kalmışlardı. Gençler silâhaltında olduğundan kafilelerde yalnız yaşlılar, kadınlar ve çocuklar vardı. Takatsiz kalan aileler, yollarına devam edebilmek için yürüyemeyecek durumda olan yaşlılarını, hastalarını ve çocuklarını terk etmek zorunda kalıyorlardı (Sezen, 1999; Yaşar Kemal, 1999, s. 15-33).
Bu kafilelerden biriyle Urfa’ya iltica eden halk ozanlarından Ercişli Davut (Telli) şu dizeleri geride bırakılan analar, atalar için söylemişti (Türkoğlu, 2000, s. 13):
Bu sefil Davut’un derdi yok sanma
Fani dünya için beyhude yanma
Erciş’i terk etmek gam değil amma
İhtiyar analar atalar kaldı
O tarihte genç bir subay olan Şevket Süreyya Aydemir, Kafkas cephesine giderken bu kafilelerin perişan hallerine tanık olmuş ve içinde bulundukları durumunu bir kamera kaydı tadındaki şu ifadeleriyle tarihe not düşmüştü (Aydemir, 1987, s. 84-85).
Kalabalık gruplar halinde yola çıkan mülteci kafilelerinde kağnılar tıklım tıklım doludur. İnekler, atlar, eşekler hatta davar sürüleri öne katılır. Bir köy halkı, daima hep bir arada yol almak ister. Aynı insanlar, aynı bağlar, aynı hiyerarşi içinde, alıştıkları hayat nizamını yollarda da devam ettirmeye çalışırlar. Fakat çok geçmeden kafile parçalanır kalabalık tenhalaşır. Önce koyun sürüleri kaybolur. Çünkü yol, mera değildir. Sürüler yoldan meraya ayrıldığında ise artık hayvanlar elden çıkmış demektir. Açlar, kaçaklar, eşkıyalar onları derhal yok ederler. Üstelik sürü değil çoban da gider… Sonra atlar, inekler elden çıkar. Ölenler kalanlar hastalananlar yol değiştirenler… Derken köyden yola çıkışın üstünden daha bir ay bile geçmeden o canlı, gürbüz kafileden geriye perişan artıklar ve döküntüler kalır.
Aydemir, bu genel tespitlerin ardından sözü Suşehri’nde rastladığı bir mülteci ailesine getirerek göçün yürekleri nasıl yakıp dağladığını da dile getirir (Aydemir, 1987, s. 85-86):
Gecenin karanlığı içerisinde kendimize boş bir yer ararken, yandaki bahçe çitinin arkasından yanık bir şarkı sesi duyduk. Bu perişanlık içinde bu ses inanılmaz bir şeydi. Bunu söyleyenin herhalde yaşlı bir kadın olması lazım gelirdi. Çiti dolaştık. Büyük dut ağacının altına bir göçmen ailesi tünemişti. Öküzler bir tarafa çekilmişti. Oku havaya kalkan kağnının bir tarafına keçeler kilimler serilmişti. Ortada hafif bir ateş yanıyordu. Bu ateşin aydınlattığı çevre içinde yanık sert, mihnetli iki insan yüzü canlanıyordu. Biri bitkin bir ihtiyardı. Şarkı söyleyen de yanındaki nineydi. Nine, gözleri kapalı, ellerini tempo tutar gibi dizlerine vurarak, başı ve bütün vücudu sağa sola sallana sallana kendisini o garip şarkının ahengine vermişti. Ağlıyordu. Gözlerinden yuvarlanan yaşlar göğsünü ıslatmıştı. Söylediği de şarkı değildi. Doğu Anadolu’da kadınların makamla ve şarkı söyler gibi ağladıklarını o gece orada ilk defa ama sonraları çok gördüm… Makamla anlattığı şey, kendilerinin acıklı macerasıydı. Arkada kalan yurt, aşılan mesafeler, tükenmez yollar, kaybolan çocuklar, hastalanan inek, ölen keçiler, tükenen azık, yalnızlık, ümitsizlik, her şey bu seste dile geliyordu.
Dağılıp hırpalandıktan sonra kendilerini cephe gerisindeki vilayetlere atmayı başaranlar, kurtuluşa ereceklerini zannederken belki de ölümden daha ağır gelen şiddetli bir açlık ve sefaletle karşı karşıya kaldılar (ATASE Arşivi, Kls. 1131. Dos. 77. F. 12, 12-4; Köse, 2000, s. 785-792). Balkan yenilgisinden sonra gelen 350 bin muhacirin iskân ve istihdamını bile henüz tamamlayamamış olan hükümet (Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Devre 3, 1991, s. 215), bu büyük göç dalgası karşısında çaresiz kaldı. Yine de ihtiyaçlarının daha kolay karşılanabilmesi için İmparatorluğun iç bölgelerine sevk edilerek daha geniş bir alana yayılmaları sağlandı. Böylece Ermeni çetelerinin önünden kaçan mülteci kafileleri, Anadolu’nun hemen her köşesine dağıldılar. Bir kısmı da Halep ve Musul taraflarına, yani bugünkü Suriye ve Irak topraklarına geçti (BOA, DH. İ UM, Dos. No: E-15, Bel. No: 54).
Evlerinden ayrılırken her şeylerini geride bırakmak zorunda kaldıklarından barınacak eve, yiyecek ekmeğe, giyecek elbiseye, sürülecek tarlaya, tarlayı sürecek hayvana, ekilecek tohuma, kısacası hayat için gerekli her şeye ihtiyaç duyuyorlardı. Ancak ne yazık ki bu ihtiyaçlarının çok azı karşılanabildi. Her ne kadar hükümet, % 70’inin tarım, ticaret ve sanayi sektörlerinde istihdam edilerek kendi geçimlerini sağlayabilecek duruma getirildiğini açıkladıysa da (Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Ankara 1990, s. 206-208), vilayetlerden gelen raporlar, hala aç, sefil ve perişan bir halde olduklarını gösteriyordu (BOA, DH. İ UM, Dos. No: 6, Bel. No: 2; Dos. No: 20-2, Bel. No: 2-7; İkdam, 28 Eylül 1918, s. 2). Birçokları sağlık ve ahlâk kurallarına aykırı olarak camilere, medreselere, barakalara doldurulmuştu. Kışlalar, iskeleler, istasyon binaları, fabrikalar, fırınlar bile bu amaçla kullanıldığı halde cami avlularında, sokak köşelerinde aç ve açıkta kalanların, mağara kovuklarında yaşamaya çalışanların sayısı hiç de az değildi (TBMM Zabıt Ceridesi, 1958, s. 421; Temel, 1998, s. 82-94).
Çalışamayacak durumda olan 350 bin kadar mülteciye ise yevmiye bağlanmıştı (Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, 1990, s. 206-208, s. 217-218). Önce 1,5 kuruş olan (TBMM Zabıt Ceridesi, 1941, s. 19), daha sonra 3 kuruşa çıkarılan bu yevmiyenin de aslında hiçbir değeri yoktu. Erzurum mebuslarından Durak Bey, verilen yevmiyenin neye karşılık geldiğini meclis kürsüsünden söylediği şu çarpıcı ifadelerle dile getirmişti: “Üç kuruş ile bugün ne alınır efendiler? Bir adama üç kuruşa bir kendir verirler, kendisini boğar, başka bir şey vermezler.” (TBMM Zabıt Ceridesi, 1961, s. 257). Üstelik bu yevmiyelerin bile aylarca ödenemediği oluyordu (BOA, DH. İ UM, Dos. No: 4-1, Bel. No: 1-47; Dos. No: 4-1, Bel. No: 38; Dos. No: 20-2, Bel. No: 2-7; Dos. No: 1-3, Bel. No: 1-14). Bu koşullar altında çoğunlukla kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalan mülteciler, gerçekten acınacak bir halde bulunuyorlardı. Osmanlı arşiv kayıtları arasında onların bu durumunu bildiren çok sayıda belge bulunmaktadır. Bu kayıtlar arasında yer alan Urfa’dan çekilmiş 16 Şubat 1918 tarihli bir telgraf, Urfa’ya sığınmış olan Erzurum, Van ve Bitlis mültecilerinin açlık yüzünden ölmekte olduklarını bildiriyordu (BOA, DH. İ UM, Dos. No: 20-2, Bel. No: 2-46):
Açlık yüzünden insanlar her gün ölmektedir. Canlı cenaze halinde dolaşmakta olanlar da hayattan bıkmışlardır. Pek çok insan bir parça ekmek bulabilmek ümidiyle bütün mahalleleri dolaştığı halde yiyecek bir şey bulamamaktadır. Açlık yüzünden feryat eden çocuklarını ölümden kurtarmak ümidiyle boğazlanmış davar kanı yemek üzere kasap ve salhanelere koşan zavallı annelerin yüzde 80’i eli boş dönüyor. Bir kısmı da temin edebildikleri hayvan leşleriyle hayatta kalmaya çalışıyor. Taşra halkı ise hayvanlar gibi otlamak sevdasıyla şuraya buraya koştukları halde bu mevsimde bir şey bulmaları mümkün olamıyor.
Diğer yerlerde de durum farklı değildi. Yetersiz beslenme, daha doğrusu açlık ve kötü hayat koşulları yüzünden ölüm oranı oldukça yüksekti. Elde kesin rakamlar bulunmamakla birlikte, 1919 yılına ait bazı kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla iltica edenlerin yüzde 40’ından fazlası (yaklaşık 700 bin kişi) göç yollarında uğradıkları saldırılar ya da sığındıkları yerlerde karşılaştıkları açlık ve sefalet yüzünden hayatını kaybetmişti (BOA, DH. SN.THR, 82/55, Lef. 48; Tasvir-i Efkâr, 11 Mayıs 1919, s. 2). Oysa tehcir edilen Ermeniler arasında ölüm oranı çok daha düşük olup % 15 civarındaydı (Lewy, 2011, s. 345). Ermeni tehciri bütün kusurlarına rağmen devlet kontrolü altında, belirli bir plan çerçevesi içerisinde yapılmıştı. Müslüman mültecilerin kaçışı ise, tam bir izdiham ve keşmekeş içerisinde gerçekleşmişti. Ayrıca tehcir edilen Ermenilere Amerikan misyoner teşkilatları tarafında her türlü yardım ve destekte bulunulurken Müslüman mültecilere istisnai bazı durumlar hariç dışarıdan hiçbir yardım eli uzanmamıştı (Gencer, 2006, s. 71-148).
Şimdi bilim adamlarına, siyasetçilere ve vicdan sahibi insanlara düşen görev, eski alışkanlıkları bir kenara bırakarak 1915 olaylarını yalnız Ermeni tehciri üzerinden okumak yerine, madalyonun öteki yüzüne de en azından bir göz atıp Müslüman mültecilerinin acılarını da anlamaya çalıştıktan sonra bir karara varmaktır.
Arşiv Belgeleri
ATASE Arşivi, Kls. 1131. Dos. 77. F. 12, 12-4.
BOA, DH. İ UM, Dos. No: 1-3, Bel. No: 1-14; Dos. No: 4-1, Bel. No: 38; Dos. No: 4-1, Bel. No: 1-47; Dos. No: 6, Bel. No: 2; Dos. No: 20-2, Bel. No: 2-7; Dos. No: 20-2, Bel. No: 2-46; Dos. No: E-15, Bel. No: 54.
BOA, DH. SN.THR, 82/55, Lef. 48.
IRCICA Arşivi Nr. 6070.
Yayınlanmış Belgeler
Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri (1914-1918), I, Ankara: Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, 2005.
Düstûr, Tertib-i Sani, VII, Dersaadet 1336.
Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri, I, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, 2001.
Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Devre 2, İçtima Senesi 4, Cilt II, Ankara 1991.
Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Devre 3, İçtima Senesi 4, Cilt I, Ankara 1990.
Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Devre 3, İçtima Senesi 4, Cilt II, Ankara 1991.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 1, Cilt III, Ankara 1941.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 2, Cilt X, Ankara 1958.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 4, Cilt XXVIII, Ankara 1961.
Gazeteler
İkdam, 28 Eylül 1918.
Tasvir-i Efkâr, 11 Mayıs 1919.
Kaynak Eser, Kitap ve Makaleler
Aydemir, Şevket Süreyya (1987), Suyu Arayan Adam, İstanbul.
Brayce, James-Arnold Toynbee (Ed.) (2005), Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Yönelik Muamele 1915-1916, II , çev. A. Tuygan-J. Değirmenciler, İstanbul.
Demiroğlu, Faiz (1985), Van’da Ermeni Mezalimi (1895-1920), Ankara.
Gencer, Fatih (2006), Ermeni Soykırım Tezinin Oluşum Sürecinde Amerikan Yakındoğu Yardım Komitesi, İstanbul.
Hafız Hakkı Paşa (2014), Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, yay. haz. Murat Bardakçı, İstanbul.
İlter, Aziz Samih (2007), Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi Hatıraları, yay. haz. Zekeriya Türkmen-Elmas Çelik, Ankara.[:en]
Arşiv Belgeleri
ATASE Arşivi, Kls. 1131. Dos. 77. F. 12, 12-4.
BOA, DH. İ UM, Dos. No: 1-3, Bel. No: 1-14; Dos. No: 4-1, Bel. No: 38; Dos. No: 4-1, Bel. No: 1-47; Dos. No: 6, Bel. No: 2; Dos. No: 20-2, Bel. No: 2-7; Dos. No: 20-2, Bel. No: 2-46; Dos. No: E-15, Bel. No: 54.
BOA, DH. SN.THR, 82/55, Lef. 48.
IRCICA Arşivi Nr. 6070.
Yayınlanmış Belgeler
Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri (1914-1918), I, Ankara: Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, 2005.
Düstûr, Tertib-i Sani, VII, Dersaadet 1336.
Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri, I, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, 2001.
Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Devre 2, İçtima Senesi 4, Cilt II, Ankara 1991.
Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Devre 3, İçtima Senesi 4, Cilt I, Ankara 1990.
Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, Devre 3, İçtima Senesi 4, Cilt II, Ankara 1991.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 1, Cilt III, Ankara 1941.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 2, Cilt X, Ankara 1958.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 4, Cilt XXVIII, Ankara 1961.
Gazeteler
İkdam, 28 Eylül 1918.
Tasvir-i Efkâr, 11 Mayıs 1919.
Kaynak Eser, Kitap ve Makaleler
Aydemir, Şevket Süreyya (1987), Suyu Arayan Adam, İstanbul.
Brayce, James-Arnold Toynbee (Ed.) 2005), Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Yönelik Muamele 1915-1916, II , çev. A. Tuygan-J. Değirmenciler, İstanbul.
Demiroğlu, Faiz (1985), Van’da Ermeni Mezalimi (1895-1920), Ankara.
Gencer, Fatih (2006), Ermeni Soykırım Tezinin Oluşum Sürecinde Amerikan Yakındoğu Yardım Komitesi, İstanbul.
Hafız Hakkı Paşa (2014), Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, yay. haz. Murat Bardakçı, İstanbul.
İlter, Aziz Samih (2007), Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi Hatıraları, yay. haz. Zekeriya Türkmen-Elmas Çelik, Ankara.