Armenians, who lived at the eges of the two great powers –the Persians and the Romans- that fought against each other for hundreds of years and who were used as a buffer element by both sides, faced significant troubles and struggles because of the geography in which they lived. This geography also provided them with an advantage from time-to-time. For example, the establishment and continuation of the national church with the Dvin Council of 506 only became possible thanks to the fact that the Armenians lived in a remote corner of the Roman Empire and in a relatively isolated region. In addition, the acceptance of the Catholic denomination and the spiritual leadership of the Pope by the Armenians took place much earlier than the 18th and 19th centuries, which is contrary to what is commonly thought.
The Byzantine Emperor Alexios Komnenos the First asked for help from the Latins in 1097 and signed an agreement with the European aristocrats in order to take back the Byzantium cities that had been invaded by the Muslims. The European aristocrats, who came to Istanbul together with the military units under their command, were going to return the cities they seized to the rule of the Byzantium. The Latins, who tok back Iznik in June 1097 in accordance with the provisions of the agreement, left the city to the Byzantium forces. Then they turned east to take back Antioch, which was one of the most sacred cities of the empire. They left aside the agreements they had signed with the emperor after they moved away from the capital of the empire. The Latins did not return to Byzantium the territories they took from the Muslims and they established their own rule in Anatolia. Boudouin established an earldom whose center was urfa, Godefroi de Bouillion established a kingdom in Jerusalem, and Bohemud established an earldom in Antioch (Ostrogorsky, 1999: 337).
Nevertheless, the Antioch earldom did not feel secure in terms of the geography and fought with Byzantium on the one hand, and tried to struggle against the Turkish raids on the other. Antioch earl Bohemud became a prisoner at the hands of the Danishmends in 1101. Therefore, the Cilicia Armenian Kingdom, which came between the Antioch Earldom and Byzantium, was supported by the Latins to a great extent. The Latins helped the Cilicia Kingdom seize the most fortified places. In addition, Antioch Earl Bohemund established bonds of kinship by getting married to the daughter of the Cilician Armenian King Hetum. The Cilicia Armenian Kingdom, which was at an important location for the trade routes as well, had close relations with the Europeans in all spheres. Therefore, the Catholic faith spread easily among the people as well as the dynasty (Iorga, 1930:23 vd.).
Although there were Armenians who continued to be loyal to the main church in Cilicia, the Catholic population had the majority. However, there were no conflicts or clashes between the two groups. In 1198, the Çukurova Armenian Catholic Episcopate was established and this episcopate continued to exist until 1375, when the Cilicia Armenian Kingdom became history (Vernier, 1890:10). The Catholic Armenians, who moved to various provinces within Anatolia after the annexation of the Cilicia Armenian Kingdom, mostly settled in Bursa, which was one of the important centers for Armenians at the time and where the Kütahya Armenian Episcopate also had moved (Çark, 1953:27).
The spread of Catholicism among the Armenians accelerated after the establishment of the missionary college named “Congregatio de Propaganda Fide” in 1622.
Misyonerler, İstanbul’a ve Anadolu şehirlerine yerleşerek Hıristiyanları Katolik inancına döndürmek için çalışmaya başladılar (Artinian, 2004:45). Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyeti yürüten Katolik din adamlarının maddi ve manevi himayesini ise Fransa Kralı üstlenmiş ve Kapüsen rahipleri için 1638’de Beyoğlu’nda bir ikametgah inşa edilmişti (Enfant de Langue et Drogamans, 1995:21).
Ermeniler arasında en büyük başarıyı yakalayan misyoner bir Teaten keşişi olan Clement Galano’dur. Ermeni tarihi ve kültürü üzerine eğitim alan, Ermeniceyi çok iyi bilen Galano, ilk görev yeri Kafkasya’dan, 1640’da İstanbul’a geldi. Kendisini bir Ermeni rahibi olarak tanıtarak Erivanlı Giragos tarafından patrikhaneye kabul edildi. İlk olarak Galata ve patrikhane okulunda dersler vermeye başladı ve kısa sürede İstanbul Ermenilerinin üst sınıfı ile yakın ilişkiler kurarak Düzyan, Tıngıryan ve Kılcıyan gibi birçok önde gelen aileyi Katolik mezhebine kazandırmayı başardı. 1641’de Fransız Elçisi De La Haye’nin, Patrik Griagos’a, Katolik inancını ve papanın otoritesini tanıdığına dair bir belge imzalamasını teklif etmesinde de aracılık vazifesini Galano üstlenmişti. 1643 yılına kadar patrikhanedeki mevkiini koruyabilen Galano, tutucu kişiliği ile tanınan Aravelkli Tavit’in patriklik tahtına oturmasıyla birlikte, hain olarak ihbar edilerek tutuklattırıldı. Kısa süre sonra dostlarının araya girmesiyle kurtarılan rahip bir müddet İstanbul Ermenilerinin önde gelen isimlerinden İskender Çelebi’nin konağında kaldıktan sonra Roma’ya geri döndü (Frazee, 2005:159-160; Artinian,2004:46).
1658’de Clement Galano, Roma’da kendisinden sonra Anadolu’da, misyonerlik faaliyetlerinde bulanacak din adamları için bir kitap hazırladı. Conciliatio Ecclesiae Armenea Cum Romana (Ermeni ile Latin Kiliseleri Arasındaki Benzerlikler) isimli kitapta şöyle deniliyordu: “Ermeni Kilisesi ne tümüyle Katolik, ne tümüyle Ortodoks’tur. İki kilisenin karışımıdır, diğer bir deyimle, iki ekleziolojik kavramın ve inancın çatıştığı, iki eğilimin de mensubunu barındıran bir kilisedir” (Tcholakian, 1998:8). Galano’nun bu tespiti Ortodoksluğa sıkı sıkıya bağlı Rumlara nazaran Ermeniler arasındaki misyonerlik faaliyetlerinin daha kolay yürüdüğünü gösteriyordu. Galano kısa sürede büyük bir yol katetmişti. Örneğin, Ankara’daki yedi Ermeni Kilisesi’nin altısı Katolik inancına geçmiş ve şehirdeki en büyük Ermeni Kilisesi olan Surp Kirkor Lusavoriç, Galano’nun adıyla anılmaya başlanmıştı. Galano’nun açtığı bu yolda yürüyen sayısız misyoner, sonraki asırlarda Ermeniler üzerinde çalışmaya devam edeceklerdi.
Ermeniler arasında hızla yayılan Katolik inancı, 17. ve 18. yüzyıllarda cemaatin başlıca iç sorunu haline dönüştü. Mezhep değiştirmeler nedeniyle aileler parçalandı, cemaat içinde derin çatlaklar oluştu. Örneğin Ermeni bir din adamının oğlu olan Eremya Çelebi, ana kilisede kalıp kilise işlerinde aktif roller üstlenirken, kardeşi Gomidas Katolik mezhebine geçip Pera’daki Diloğlanları okulunda dersler verdi ve inancı nedeniyle idam edilerek Katolik Kilisesi’nin azizleri arasında yer aldı (Enfant de Langue et Drogamans, 1995:105, 111).
Patrikhane, devletin de desteğiyle Katolik inancına geçenlere karşı baskı uygulamaya, bu kimseleri kiliselere kabul etmeyip cenazelerini kaldırmamaya ve yeri geldiğinde sürgün ettirmeye başvurarak mezhep değiştirmelerin böylece önüne geçmeye çalıştı (Şanizade 2008:991-992). Fransa’nın koruması altındaki misyonerler mümkün olduğunca engellenmeye çalışılıyor, Avrupa’dan getirilen misyoner yayınları toplatılarak yakılıyordu. Bu durum da Fransa ile Ermeni Patrikhanesi arasında husumet yaratıyor ve Tokatlı Avedik vakasında görüldüğü üzere patrikler Fransa’nın komplolarına maruz kalabiliyorlardı. Daha ılımlı bir yol izlemeye çalışan patrikler de, Katolik misyonerlerinin önüne geçemediği gerekçesiyle hapsediliyor veya görevden alınıyorlardı. Patrik Abçağalı Sahag bunlardan birisiydi (Ahmed Refik, 1998:32-44; Artinian, 2004:47).
Kilise içerisinde ihtilafların yaşanmasını ve mevcut düzenin sarsılmasını istemeyen Osmanlı hükümeti misyonerliğin önüne geçilmesi için Ermeni Patrikhanesi ile beraber hareket ediyor ve çeşitli önlemlerin alınmasında Patrikhaneye idari haklar tanıyordu. Ermeni patrikhanesi genel olarak Katolik olduğu ve misyonerlik faaliyetleri sürdürdükleri tespit edilen isimlerin sürgününü talep ediyor ve Babıali de bu isteği olumlu karşılıyordu. Sürgün edilen isimler arasında cemaatin seçkinler sınıfı olan Amiralara mensup isimler de vardı. Mesela 1780’de saray sarraflarından Agop Tıngıryan Limni’ye, Andon Davidyan ise Rodos’a sürgün edilmişlerdi (Şanizade,2008:818-819; Beydilli:1995 2 vd.).
Osmanlı Ermenileri arasındaki Katolikleşme süreci 1700’lerin başlarında bambaşka bir hale büründü. Daha önce ana kiliseye bağlı bir din adamıyken Katolik inancını kabul eden ve Ermeni Rönesans’ının amili olarak kabul gören Mıkhitar Abba 1701’de kendi adıyla anılan tarikatını kurdu. 1715’te ise Venedik’teki Saint Lazaro Adası’nda, bugün de varlığını devam ettiren kolej açıldı. “Ne inancım için ulusumdan, ne de ulusum için inancımdan vazgeçerim.” diyen Mıkhitar, Latin misyonerlerinin aksine Katolik mezhebi kabul edilse dahi Ermenice ayin yapılmaya devam edilmesini ve Ermenilerin yüzyıllardır devam eden kendi gelenek ve adetlerini terk etmemesi gerektiğini savunuyordu. Mıkhitar Abba’nın açtığı bu yeni yolla birlikte Katolik Ermeniler de 19. yüzyılın ortalarına kadar devam edecek bir tartışmanın içine girerek Latinlerin taraftarı olan “Kolejliler” ve Mıkhitar’ın misyonunu savunan “Mıkhitaristler” olarak iki gruba ayrıldılar. Gruplar arasındaki bu tartışmanın öncülüğünü de yine İstanbul’daki önde gelen aileler yapıyordu (Artinian, 2004:47 vd.; Frazee, 2009:225).
Osmanlı idaresindeki Katolikler ile Vatikan Osmanlı topraklarında da bir Katolik Psikoposluğunun kurulmasını istiyorlardı. 1740’ta Katolik inancına sıcak bakan Halep Başpiskoposu Abraham Ardzivyan Kilikya Gatoğigosu yani Başpatriği seçilince Vatikan bunu bir fırsat olarak gördü. 1742’de Vatikan’a giden Ardzivyan, 13 Ağustos 1742 günü Papa XIII. Benoit tarafından Katolik Ermenilerin Gatoğigosu olarak takdis edilip kendisine patriklik alameti olan “Pallium” adı verilen kuşak bağlandı. Sonrasında Papa’nın Avrupalı elçilere yazdığı mektuplarla İstanbul’a gelen Arzivyan, başkentte bir Katolik Ermeni Patrikliği tesis etmeye çalıştıysa da başarılı olamayıp Halep’e döndü. Fakat artık buradaki görevini de kaybettiğinden Lübnan’a geçti. Burada, her ne kadar Osmanlı idaresi tarafından tanınmış olsa da, manevi olarak Katolik Ermeni Gatoğigosluğunu tesis etmiş oldu. 1759 yılından itibaren de Papa, Katolik cemaatinin idaresi için İstanbul’a bir vekilini göndermeye başladı (Tcholakian,1998:15-16; Frazee, 2009:90).
Misyonerlerin etkisiyle nüfusu giderek artan Katoliklerin bir takım taleplerle hükümete başvurmaları üzerine Osmanlı padişahları da bu sorunla yakından ilgilenmeye başladılar. Sultan III. Ahmed’in Sadrazamı Ali Paşa, kapitülasyonları kaldırmak ve misyonerliğe son vermek için projeler hazırladı, fakat düşüncelerini hayata geçiremeden öldü. Sultan I. Mahmud, 1745 yılında Ermeni Patrikhanesi’nde bir komisyon kurdurtarak Katolik Ermenilerin tespit edilmesini ve bu kimselerin çeşitli yollarla ıslah olunmalarını emretti. Ayrıca 1748’de Katoliklere karşı Ermeni Patriğine falakaya yatırma ve kürek cezası verme yetkileri tanındı (Karakoç, 2006:44-46). 1800’de III. Selim, Katoliklerin nasihat yoluyla ana kiliseye geri dönmelerinin sağlanmasını istedi. Halka nasihat etmek üzere Anadolu’ya Ermeni din adamları gönderildi (Karakoç, 2006:79). Ayrıca 19 Eylül 1800’de verilen bir fermanla mezhep değiştirme de resmen yasaklandı (BOA. C.ADL. Nr. 59/3572).
Sultan II. Mahmud döneminde iyice belirginleşen Katolik sorunu, yine bu dönemde çözüme kavuşturulmuştur. 1810 yılında Katoliklerle bir uzlaşmaya varılmak üzere Patrik Hovhannes Çamaşırcıyan’ın başkanlığında görüşmelere başlandı. Fakat Katolik Ermenilerin talepleri nedeniyle ilk görüşmeler hiçbir sonuca varılamadan noktalandı (Artinian, 2004:48). Bir taraftan da gerek Katolik Ermeniler gerekse Avusturya ve Fransa elçileri Katolik Ermenilerin de ayrı bir cemaat olarak kabul edilmesi için II. Mahmud’a baskı yapıyorlardı (Dadyan, 2011:108).
1817’de Patrik Boğos Kirkoryan’ın başkanlığında yeni bir uzlaşma toplantısı düzenlendi, fakat bu girişimde de bir sonuca varılamadan komisyon dağıldı. (Artinian, 2004:48). Üçüncü uzlaşma çalışması bizzat Babıali’nin isteği ile 18 Ocak 1820’de Patrik Boğos’un başkanlığında başlatıldı. Bu son çalışmalarda bir neticeye varılarak uzlaşma sağlandı ve 2 Nisan 1820’de Hıraver Siro yani Sevgiye Davet isimli bir uzlaşı metni yayınlanarak Mıkhitarist rahipler de ana kiliseye kabul edildi (Artinian, 2004:49; Beydilli, 1995:4-5).
Fakat bu metin ve uzlaşı Ermeni cemaati içerisinde büyük bir infiale neden oldu. Ana kiliseye bağlanmak istemeyenler 20 Ağustos 1820 günü başkaldırarak patrikhaneye saldırdılar. Kanlı bir şekilde bastırılan ve birçok kişinin idamına neden olan bu isyanla birlikte sağlanan uzlaşı da ölü doğmuş oldu (Artinian, 2004:49; Beydilli,1995:6-7). Fakat Katolik sorununu kesinlikle çözmeyi düşünen Sultan Mahmud, öncelikle 1827’de misyonerlik faaliyeti sürdüren rahipleri İstanbul’dan uzaklaştırdı (Karakoç, 2006:109). Sonrasında ise Navarin Hadisesi dolayısıyla İstanbul’da elçilerin bulunmayışını fırsat bilerek Mart 1828’de ana kiliseye dönmeyi reddeden tüm Katolik Ermeniler İstanbul dışına sürgüne gönderildi (Beydilli, 1995:8 vd.).
Mayıs 1828’de ise Fransa’nın baskıları ve Avusturya’nın tavsiyeleri neticesinde Katolik Ermenilerin sürgününden vazgeçilerek İstanbul’a dönmelerine müsaade edildi. Fakat Fransa, bu sefer sürgün kararının kaldırılmasıyla yetinmeyerek Katolik Ermenilerin ayrı bir cemaat olarak tanınması şartını koştu. Her ne kadar Osmanlı sarayı böyle bir şeye taraftar olmasa da Fransa’nın baskılarına daha fazla dayanamayarak Ermeni Katolik bir piskoposun yanı sıra Müslüman bir cemaat nazırının da olması şartıyla Katolik Ermenilerin ayrı bir cemaat olarak tanınmasını kabul etti. Ardından Duhan Gümrükçüsü Edhem Efendi cemaat nazırı, Hagop Çukuryan ise Katoliklerin piskoposu olarak tayin edildiler. Böylece 1831 yılında Katolik Ermeni Cemaati resmen tanınmış oldu (Beydilli, 1995:11 vd.).
İstanbul’daki ilk Katolik Ermeni Kilisesi, Karaköy Surp Pırgiç Ermeni Katolik Kilisesi adıyla 10 Ocak 1834 tarihinde ibadete açıldı. Aynı yıl içerisinde Müslüman nazır uygulamasına da son verilerek, yeni seçilen Piskopos Harutyun Çuhacıyan’a patriklik beraatı verildi (Beydilli, 1995:34-36).
Ahmed Refik(1988), On İkinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, İstanbul.
Artinian, Vartan(2004), Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu, İstanbul.
Beydilli, Kemal(1995), Recognition of the Armenian Catholic Community and the Church in the Reign of Mahmud II, Harvard.
Çark, Y. G(1953), Türk Devleti Hizmeti’nde Ermeniler, İstanbul.
Dadyan, Saro(2011), Osmanlı’da Ermeni Aristokrasisi, İstanbul.
Enfants de langue et Drogomans(1995), Frédéric Hitzel, İstanbul.
Frazee, Charles A.(2009), Katolikler ve Sultanlar, (çev.)Cemile Erdek, İstanbul.
Iorga, N.(1930), L’Arménie Cilicienne, Paris.
Karakoç, Sarkis(2006), Külliyat-ı Kavanin, Ankara.
Ostrogorsky, George(1999), Bizans Devleti Tarihi, (Çev)Fikret Işıltan, Ankara.
Şanizade Mehmed Ataullah Efendi(2008), Tarih (haz.)Ziya Yılmazer, İstanbul.
Tcholakian, Hovhannes J.(1998), L’eglise Armenienne Catholique en Turquie, İstanbul.
Vernier, Donat(1890), Histoire du Patriarcat Armenien Catholique, Paris.